31 Ocak 2008 Perşembe

Postacı Geldiii !!!..

Postacı hakkında kötü emeller beslerken nihayet kapımı çalmış.Motorcum sömestr tatiline girdi ama 15 gün de olsa çalış oğlum sözlerimi iki etmiyerek sağolsun Şükran ve Nadir bey sayesinde hemen bir otelin mutfağında çalışmaya başladı.Dün akşam gececiydi, geç gelicem deyince bende Mukoş'uma gittim, saat 9 beni arıyor ben geldim ama en önemlisi sana Miami'den kocaman bir zarf var, amanın ben artık dururmuyum, fırladım geldim eve...Duygularımı nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum.Moonsun, okadar mutlu oldum ki, zarfı evirdim , çevirdim, oğlumla birlikte dikkatle açtık ve özenle , sevgiyle, samimiyetle yapılmış bu kart ve bir çift küpe çıktı. Sanal alem, sanal değildi, ete kemiğe bürünmüş avuçlarımın içinde duruyordu, taa kıtalar aşmış bana ulaşmıştı. Yüreğim ısındı, benim için yapılmıştı, renkler en sevdiklerimdi... Bakarmısınız şu güzelliğe, inceliğe...
MOONSUN; sana çok teşekkür ediyorum, beni onurlandırdın, mutlu ettin, bunun bin kat fazlasını yaşamanı diliyorum, tüm iyi dileklerimi ve sevgilerimi gönderiyorum...

30 Ocak 2008 Çarşamba

Sahildeki Bank

Puslu bir kış günüydü, hava her an yağmura dönüşebilirdi, rüzgar bulutları sürükleyip duruyor, insanlar hızlı hızlı yürüyorlardı...Kadın sahildeki boş banklardan birine ilişmişti, gözlerini kabaran denize dikmiş öylece bakıyordu.Aceleyle çıkmış bir hali vardı, başındaki eşarbı kaymış, beyaz düşmüş dalgalı saçları uçuşuyor, kulağındaki inci küpeside eşlik ediyordu.Mantosunun kürk yakasını kaldırdı korunmak için rüzgardan, elindeki annesinden kalma yakut taşlı yüzüğünü çevirerek kafasında bir şeyleri çözümlemeye çalışıyordu.

Evleneli 47 sene olmuştu, bir kız, bir erkek evlat büyütmüş, torunları olmuştu, eşiyle mutlu bir yaşam sürmüştü.Eşi de gezmeyi, eğlenmeyi sever, eviyle, eşiyle iligili bir insandı, hoş fazla konuşmayan, sakin bir yaradılışı vardı ama yinede severdi eşini.Oysa artık onu görmeye tahammül edemiyordu.Herşey on yıl önce kendini emekliye ayırmasıyla başladı, dükkanı kapattı ve eve gelip oturdu.Günlerce evden dışarı çıkmazdı ve bu durumdan ne sıkılır, nede mutsuz olurdu.Salonda aynı koltukta oturur sigarasını içer, gazetelerini okur ve bütün gün televizyon seyrederdi.Artık katlanılmaz olmuştu, eşi dostu, komşuları ayaklarını kesmişlerdi, çünkü adam salonda bir köşe yastığı gibi ruhsuz bir şekilde oturmaktaydı.Kadın bu duruma artık bir anlam veremiyordu, hiç bir sağlık sorunu yoktu ama evin dışında bir yaşamıda yoktu ''insan bir alış verişe gider, yürüyüş yapar, arkadaşlarını görmek ister ama yok'' dedi içinden.Yaşıtlarını düşündü, yazın tatile giderler, kışın kaplıcalara giderler, eşleri evin işlerine yardım eder, dahada olmazsa kol kola gezerlerdi ama kimse onun gibi oturup durmuyordu.İçini yine bir sıkıntı aldı, kızıma gitsem dedi, torunlar , damat, gözünde büyüdü, oğlana gitsem dedi, gelininin mesafeli duruşu geldi aklına.

Kafasını kaldırıp denize baktı, bu saatten sonra bu adamı boşayacak değilim ya dedi kendi kendine.Yenik,yıkık,sıkkın denize baktı, o da griler içindeydi yüreği gibi.Çanakkale'deki çocukluğu geldi aklına, ne severdi yüzmeyi, gezmeyi, oysa şimdi can sıkıntısıyla bakıyordu denize...Beyaz köpükler çağrıyordu sanki onu, gel diyordu deniz, kulaklarını tıkadı bu sessiz çağrıya, evde ekmek yok, acıkmıştır dedi, yavaşça kalktı banktan, bir kez daha baktı denize, sanki teşekkür ediyordu derdini dinlediği için ve ağır adımlarla kendini rüzgara bırakarak yürüdü...

Sofi'den bir öykü...

25 Ocak 2008 Cuma

Yürüyüş Manzaraları

Bu noktadan baktığımda hep huzur verir İstanbul...
Soldaki bank yürüyüşü tamamlayıp soluklandığım yer ve güzelim Arnavutköy...
Sabah manzaraları...
Bulutlar ve deniz öylesine güzel ve masmaviydiki...


23 Ocak 2008 Çarşamba

Gezenti Sofi

Pazartesinden beri sabahları komşumla yürüyorum, yalnız yürümek istemiyordum teklif edincede hay yaşayasın dedim, körün istediği tek göz, Allah verdi iki göz hesabı başladık sabah 8'de, Beşiktaş'tan Arnavutköy'e yürümeye, gidiş dönüş 2 saat sürüyor, deniz havasıda alıyoruz harika! İlk gün sol bacağım isyan etsede alıştı, yıllardır masa başında oturduğumdan bunu yapmayı çok istiyordum, sürdürmeye çalışıcam, azimliyim. Salı günü Ataşehir'de Melek'teydik, aşure yapmış bizi çağırmıştı, gitmezmiyiz:) Annemin bir lafı vardır ''kadınlara ay'da düğün var demişler oraya bile gitmişler'' MMM aşureler nefisti, börekte, salatada, yürüyorum ya, yiyebilirim ( mantığa bak )
Ataşehir'den döndüm, oğlum hadi anne Bayrampaşa İkea'ya gidiyoruz dedi, manevi babası Nadir bey ve sevgili eşi Şükran'la gitmezmiyim, hemde çoktandır motora binmemişim, özlemişim, tam teçhizatlı vaziyette uçtuk.Şükran salonu sıfırdan yapmış çoğu malzeme İkea'dan ve harika olmuş, yine bir kaç parça aksesuar aldılar, meşhur köftelerinden yedik ve her tarafı sıkı bir incelemeye tabi tutarak gezdik.Mutfak eşyaları kısmında resimde çelik kasemin üzerindeki o aparatı gördük, anlamadık önce ama ilginç geldi, bu yarım ay şeklinde her tür tencereye ve kapa uyabilen bir süzgeçti, son derece fonksiyonel bir tasarım, kevgirdi, süzgeçti gerek yok, makarnayı, haşladığın sebzeleri , yerleştir kabın üstüne süz. ( ne reklam yaptım ama ) 7.95 YTL.
Birde sürahi aldım, bunları motorda sırt çantasında taşıyarak getirdim, hasır koltuklar vardı ve çok ucuz (40 TL. ) bayıldım!
Bugünde Üsküdar'da yürüyelim dedik, iskelenin yanında gemi de kitap satışı yapılıyordu, kitap aldım.Evvel Zaman İçinde adlı siteden isimlerini bildiğim ve keşke okusam dediğim kitaplar önüme çıktı, Filibeli Ahmet Efendi- Amak-ı Hayal ve Şeyh Şadi Şirazi- Gülistan.Gelmişken keşfetmek lazım, Aziz Mahmut Hüdai Camisi, Gülnuş Valide Cedid Camii, Üsküdar'ın çarşısı, hadi birde çay içelim, vakıflardan kırma zeytin alalım derken bu soğukta akşamı ettik.İnanılmaz keyif aldım, motorla karşıya gidip gelmek bile yeterli, İstanbul sana griler bile yakışıyor, denizin orta yerinden baktığında nasılda sakinsin ama damarların ne deli akar, hatta kalbin bunu nasıl kaldırır bilemem, için tık nefes olmuştur da yine de zamana direnir güzelliğin...
Kendimi her aynaya baktığımda beslemelere benzettiğim saçlarımıda sabah sabah kestirdim kendi berberime, kısacık ve bir mutlu oldum ki, artık aynalar bana aha bu sensin diyor, kendimi buldum ya...
Yine çok bıdı bıdı yaptım, Degree 5 yıl sonrasına mektup yazıcam, düşünüyorum, düşünüyorum...

Şafak 100

Canım Askerim'in şafağı bugün 100 oldu, çetin bir kıştan sonra baharla birlikte dönecek evimize, onu çok özledim, ilk gözağrım, hayat yoldaşım, oğlum, arkadaşım, bazen abim...

21 Ocak 2008 Pazartesi

Mim


Kadın sabah işlerine dalmıştı canı sıkkın, adam yine eve para bırakmamış, evdeki nevaleyle ne pişirsemde çocukları doyursam kaygısıyla, deterjanında bittiğini gördü, iyice öfkelenmişti ki kapı çalındı.Gelen elektrik idaresinden bir beydi, kadının suratına mahçup bir tavırla bakıyordu,'' elektriğinizi kesmem lazım dedi, çamaşır makinanız yada fırınınız çalışıyorsa daha sonrada gelebilirim'' .Ne fırına atacak yemek nede çamaşır yıkayacak deterjan vardı.Kadın hemen kes dedi, hemen.Belki adamın aklı başına gelirdi, akşam karanlıkta kalınca.

Varlık içinde yokluk çektiriyordu, sonra birden adamın yeğenin yarın memleketten geleceğini ve üniversite kursu için yanlarında kalacağını hatırlayınca iyice dellendi.Bir bulgur pilavı attı ocağa, çocukları okula gönderdi, evi süpüreyim dedi ama elektriğin olmadığını hatırladı.Bütün gün döndü durdu evin içinde öfkeyle.Artık yapmak zorundaydı, bir türlü yapamadığını, sandığını açtı, bir bohçanın içine sarmaladığı baba yadigarı silahı çıkardı, kontrol etti, kurşunları yerleştirdi, evin içi karanlıktı, bir mum yaktı hole, yüzü bu ışıkta iyice kaymış gözüküyordu.Adamın geliş saatinde kapının yanında durdu, iyi bir karşılama olacaktı, kapıda anahtar döndü, adam gözlerini karanlığa alıştırmak için gözlerini kırpıştırırken, kadın tetiği çekti, ne kadar kolay olmuştu, fırlayan mermiyle içi boşalmış ve sakinleşmişti...
Sevgili Sem, ben mimimi tamamladım, şimdi golü kime atsam? TÜTÜ ,MELEK , YONCA yazarmısınız?
Soru: Yapmak zorunda olduğumuz halde bir türlü yapamadığımız kolay işler?
Not: Ne yazık ki ben yapmak zorunda olduğum kolay yada zor, o işi mutlaka yaparım yoksa kafam orda takılı kalır.
Dip not: Karanlıktı adamı nerden vurduğumu bilmiyorum umarım ölmez:))

17 Ocak 2008 Perşembe

Geç Gelen

Sabah güneşi ılık ılık evin içine giriyordu taze bir nefes gibi, yaşam bir gün daha hediye ediyordu.Kadın mutfak kapısını açıp verandaya çıktı, günü, önünde alabildiğine uzanan maviliği ve yeşilin her tonunu selamladı.Başında hasır şapkası, çiçekli elbisesi ve parmak arası terlikleriyle mutfakla veranda arasında gidip geliyor, kahvaltısını hazırlıyordu.

Radyoda keyifli bir müzik bularak oturdu masaya, görüntüyü çekti içine önce sonra bir yudum çay, geçmişi düşündü canı acıdı, gözlerini domateslerine çevirdi '' susadınız değil mi? '' İyiki bu evi almıştı, bir balıkçı köyüydü burası, rüzgarlı olduğundan tatilcilerin pek rağbet etmediği ama o hayalindeki evi burda bulmuştu, yeşil ve mavi iç içeydi. Çalıştığı yıllar boyunca evin hayalini kurmuştu ve işte burdaydı.Tanrım! şeftali çiçek açmış yaşasın, kendi şeftalimi yiyeceğim dedi ve sevinç doldu yüreği.Sonra denizde balığa çıkmış kayıkları gördü, öğlen limana uğramak lazım dedi.Babası geldi aklına ne severdi balığı...Sonra çocukları düştü aklına gelirlermiydi bu haftasonu acep, ne de özlemişti, bir ömür harcadığı meyveleriydi, hayat arkadaşlarıydı onlar.

Artık çoğu şeyi önemsemiyordu, hayatının çoğunu yaşamıştı, yaşlanmayı bile gönüllü kabul etmiş, sorumlulukları azalmış, kendince yaşayıp mutlu olabileceği kısa bir zamanı kalmıştı.Bir eşim olsa dahamı farklı olurdu herşey diye düşündü, bu yarım kalmışlık duygusunu içinden söküp atalı nice olmuştu oysa, baktı ki düşünceler doluşuyor kafasına çayını yudumladı, bir sigara yaktı, sevgiyle bahçesine baktı.Sofrayı öylece bırakarak minik sebze bahçesine yürüdü, musluğu açtı, hortumu eline aldı, ayakları çamura bulanmış, yaramaz çocuklar gibi sekerek maydanozların, domateslerin , salatalıkların, biberlerin içinde dolaşıyor suyun verdiği serinliği, enerjiyi hissediyordu, akşama balığın yanına tazecik salatada yaptım mı değmeyin keyfime, o ara yola ilişti gözü, aşağıdan bir araba ağır ağır çıkmaktaydı yokuşu, hasır şapkasını düzeltti, çiçekli elbisesi uçuşurken, çamurlu ayaklarıyla döndü işine. Birden bire bir el ensesine dokundu, kadın ürperdi, hasır şapkası başından kaydı, kısacık kızıl saçları uçuştu, döndü, şaşkınlık içindeydi, hortum elinden kaydı, su başıboş akıyordu ayaklarının dibinde ama o farketmiyordu bile çünkü gelen geçmişe gömülmüş biriydi, inanamadı, adam ona sımsıkı sarıldı,'' seni buldum '' dedi, yıllar öncesinden gelen bir ses, kadının içi sevgiyle doldu.Elini tuttu adamın, yanağını usulca öptü, verandaya doğru elele yürüdüler, paylaşılacak o kadar çok şey vardıki, bu akşam masa iki kişilik olacaktı...


Sofi'den bir öykü...

Beşiktaş'ta Bir İstanbul Efendisi Yahya Efendi

Burası Beşiktaş'ta Yahya Efendi Dergahı ve caminin içinde yer alan türbesidir ve benim en çok sevdiğim camidir.Pazar günü televizyonda ordan oraya atlarken Cemil İpekçi'yi gördüm ekranda, konuşması ilginç ve bana yakın gelince izlemeye devam ettim, Yahya Efendi'ye çok sık gittiğini ve orda farklı bir huşu hissettiğinden bahsediyordu, aynı duyguları yıllardır yaşadığım için bu sanki bana bir çağrı gibi gelmişti ve bir kaç gün sonra ordaydım.Ahşap camilere iyi bir örnektir mimari olarak , cephe ve doğramalarda tadilat vardı, bir sürü marangoz harıl harıl çalışıyorlardı.Camlı kapıdan içeri girersiniz mavi beyaz iznik çinileri sizi karşılar, başörtüsü dolabı sağda, ayakkabılıklar solda tam karşıda abdest alabileceğiniz çeşmeler, sağa döndüğünüzde mescid ve türbeler sizi karşılar, huzur doludur, mis gibi gizemli bir gül kokusu vardır mekanda, aşağıda yemekhane, hocanın evi hepsi aynı çatı altında yerleşmiştir. Burası türbe kısmı...
Türbeyle mescidi ayıran demirler.
Mescidin içi, inanılmaz huzur doludur, yenilenirsiniz, sakinleşirsiniz.Tüm pencereler ağaçların arasından boğaza bakar, boğaz bir nehir gibi saki sakin akmaktadır...

Burası üst katta minik bir odadır, giyotin pencerenin önünde bağdaş kurup oturduğunuzda boğazda zaman sanki durmuştur, bulunduğunuz anın dışında bir yerlerdesinizdir, öylece asude bir şekilde akar deniz ve gemiler geçer, sanki herşey dışınızda kalmıştır, elinize bir tespih alıp manzaraya daldığınızda kendinizi bulursunuz.İlahi bir enerji sarmalar sizi, sıkıntılı olduğum dönemlerde gizli bir sığınaktır avutan, yolunuz düşerse Yıldız Parkını geçince 10 adım sonra solda bir yokuşu tırmanın ve keşfedin derim, orası kalıba değil, kalbe bakar...



Alıntılar ve Bilgiler


Aslen Amasyalı olan Yahya Efendi, 1494 yılında Trabzon'da doğmuş. Babası Şamlı Ömer Efendi uzun süre Trabzon’da kadılık yapmış. Yahyâ Efendi orada dünyaya gelmiş. Kanunî Sultan Süleyman da Trabzon’da aynı sene aynı haftada doğmuş. Sultan Süleyman'ın annesi Âişe Hafsa Sultan'ın sütü kesilince, onu Yahyâ Efendi'nin annesi emzirmiş ve böylece süt kardeşi olmuşlar. Bu sebeple Kanuni Sultan Süleyman'ın Yahya Efendi'ye çok değer verip, saygı ve hürmetle kendisine "ağabey" diye hitab ettiği de bilinir.

Yahya Efendi ilim tahsili için İstanbul'a geldikten sonra, bir süre Zenbilli olarak tanınan Ali Cemâlî Efendi'nin sohbetlerine devam etmiş ve vefatına kadar hizmet ve sohbetlerinde bulunmuş. Ali Cemâlî Efendi'nin vefâtından sonra müderris olmuş. Çeşitli medreselerde görev yaptıktan sonra en son olarak Osmanlı'nın zirve medreselerinden Fatih Medresesi'ne atanmış ve sonra da emekli olmuş. Emekliliğinden sonra ibâdet ve tâat ile meşgûl olmayı tercih ederek, Beşiktaş’ta (bugün türbesinin olduğu yerde) satın aldığı deniz kenarındaki bahçesinde, bir ev ve mescid yaptırmış. Daha sonra evin etrafında; medreseler, hamam ve orada kalanların barınacakları odalar ve yol üzerinde herkesin gelip geçtiği bir yerde de çok güzel bir çeşme yaptırmış. Böylece ev bir dergaha dönüşmüş. Yahya Efendi'nin elinden inşaat işi de geldiğinden, pek çok işi de bizzat kendisinin yaptığı da söylenir.


İstanbullular O'nu ilmi, irfanı, sevgisi, hoşgörüsü, merhameti ve adaletiyle tanımışlar. Yahya Efendi hazretleri her sınıftan ve inançtan insanın ayırmaksızın sıkıntılarıyla ilgilenen, ihtiyaçlarını gidermek için elinden geleni yapan bir veliymiş. Bu kıymetli zat, yüksek ilmi irfanı kadar kerametleriyle de pek meşhurmuş. Kimilerine göre Hızır aleyhisselâm ile yakın dostluk ettiği de söylenir.

Yahya Efendi'nin kendi devrinde İstanbul'daki en önemli manevi kutup olduğu da söylenir. Düşünceme göre bu kıymetli zat, evi ile dergahını sıradan bir yere yapmamıştır. Bilinçli olarak yüksek titreşimli pozitif enerji yayan bir yer seçmiştir. Çünkü kendisi burada inzivaya çekilmiş, ilim ve ibadetle meşgul olmuş ve dahi pek çok öğrenciler yetiştirmiştir. Daha önceki bir yazımda sizlere demiştim ki; tıpkı insan bedeninde olduğu gibi, yeryüzünde de çakralar ve akapunktur noktaları dediğimiz, pozitif enerji düğümlerinin olduğu bölgeler vardır. İşte bu sebeple bazı mekânlar olumlu enerjisinden ötürü insana çok huzur verir. Gerçi İstanbul baştan aşağı böyle bir enerji merkezinde kurulmuştur, ama bazı noktaları daha yüksek enerji titreşimlerine sahiptir. Şunu da hemen hatırlatalım ki, yeryüzündeki bu mekânların en üstünü Kâbe olmasına rağmen, Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de "Bu Beyt (Kâbe)nin Rabbine kulluk etsinler." (106/3) buyurmuştur. O sebeple Allah'tan gayrını yücetlemek veya kutsallaştırmak doğru olmaz!
http://www.sessizsozler.org/




15 Ocak 2008 Salı

Motosiklet Felsefesi


Birçok babanın ve annenin korkusu oğlunun motosiklete binmesidir.Ölümden ve başka her türlü tehlikeli durumun çocuklarının başına gelmesinden korkarlar.


Benim senin başına gelmesinden en çok korktuğum şey ise hayatın zevklerini almadan yaşayan bir eğreltiotu olmandır.


Eğer yapmak istediğin şey orada duruyorsa ve aranızda bir tehlike dikilmişse, senin yapman gereken o tehlikeyi bertaraf edip, istediğin şeye ulaşmaktır. İşte bunu yapamazsan hayatın ancak bir eğreltiotununki kadar heyecanlı olabilir.


Motosiklete bin oğlum, ama dikkat et, Motosiklet tehlikelidir.


O tehlikenin üzerine aptal gibi gitme. Unutma Sun Tzu der ki; "kötü komutanlar önce savaşa girer, sonra nasıl kazanacağını düşünürler; iyi komutanlar önce nasıl kazanacağını bulmadan savaşa girmezler".
Önce viraja girip de sonra nasıl çıkacağını düşünen aptallardan olma.


Tehlikeleri en küçüğüne kadar bertaraf et. Hep tam koruma kullan, bakımsız motorla yola çıkma, alkollü ya da yorgun binme, kafan bozukken taksi tut, bilmediğin yolda risk alma, diğer araç sürücülerinden köşe bucak kaç.


Tehlikeleri nasıl dibine kadar bertaraf edeceğini bilemiyorsan sakın motosiklete binme, çünkü o zaman bu işi beceremezsin demektir.


Motosiklete bin oğlum, çünkü motosiklet aşktır. Sadece kızlardan bahsetmiyorum, motosiklet macerası yaşam aşkıyla doludur.


Güneşi batıracağın yeri bilmek, üzerinde yaşadığın toprakları karışı karışına gezmek, her yaş ve meslekten insanla yolunu paylaşmak ve bindiğin makinenin üzerinde sanki çığlık atarmış gibi kopup gitmek, hayatı dibine kadar yaşamak, ancak bu araçla mümkündür.


Motosiklet macerasının içinde yaşam aşkı olmayan insanların tek yaptığı ise teknik detayları birbirlerine anlatarak kocaman, yararlı ama sıkıcı bir ansiklopediyi yaşayıp gitmektir.


Aşkın ucunu bırakma, heyecanlı ve renkli ol, sıkıcı olma. Sıkıcı olacaksan arabaya binip, hafta sonları futbol, akşamları ana haber seyrederek yaşayabilirsin, motosiklete ihtiyacın yok.
Günü yakalamayı bil oğlum, motosiklet senin yaşama enstrümanındır.


Kızlardan bahsetmiyorum dediysem, o kadar da demedim tabi. Hani bazen pembe bir Vespa üzerinde pembe kaskla kuğu gibi giden pembe pantolonlu bir kız görürsün ya? Git yanaş, merhaba de ona. Seni terslerse, kıza efendi gibi bir selam çakıp gazla bana gel, ensene bir tane patlatayım, sonra bira içmeye gideriz. Hayatı böyle yaşayacaksın işte, öküz gibi, ödlek gibi değil. Hem efendiliğini bozmayacaksın, hem de çılgınlığını koruyacaksın.


Ha hoşlandığın bir kız mı buldun? At motorunun arkasına, Datça'ya götür onu, Knidos'un sularıyla yıka. Can Yücel'in en sevdiğin şiirlerini okurken batan güneşi izlet ona, Domuzbükü'nde yıldızları ört üstüne uyusun. Sonra bu macera için bana teşekkür edeceksin.


Motosiklete bin oğlum, çünkü motosiklet isyandır.


İnsanlık tarihi popüler kültürler ve onlara tepkiyle gelişen kültlerle doludur. Rock tarihi, 68 kuşağı, Avrupa bohemleri, Beatnick'ler hep aynı heyecanla tutuştular. Bugün bu ateş bir miktar sönmüş görünse de sen buna aldanma. İnsanoğlunun doğasında isyan vardır ve motosiklet bunun dışa vuruluş şekillerinin en güzellerinden biridir. Motosiklet bir ulaşım aracı değildir, bir isyan aracıdır, bunu kafandan çıkarma.


Hayatın rutinlerine dikkat et oğlum. Efendi ol ama içindeki serseriyi korumayı bil, akşam eve gelince takım elbiseni çıkarıp deri montunu giy.


Her zaman kravatın olabilir ama hiç yuların olmasın, her zaman bir patronun olabilir ama hiç efendin olmasın. Eğer seni zincirliyorlarsa o patronu, arkadaşı ya da sevgiliyi dehleyip, kravatı çöz, kol saatini fırlatıp at, gemileri yakmayı bil.


Hayatımda tanımaktan keyif aldığım insanların neredeyse hepsi, günü geldiğinde hayatında radikal değişiklikler yaparken gözünü kırpmamış insanlardır.
Ve bu insanların neredeyse hepsi motorcudur.


Motosiklete bin oğlum, çünkü motosiklet dostluktur.


Bir motosiklet grubuna mutlaka gir. O Motosiklet grubunun içerisindeki bir kavgaya ise asla girme. Unutma ki insanın olduğu yerde sevgi de vardır, kavga da vardır. Toplumdan soyut yaşama, yolu paylaş. Ama kimliğini de kaybetme, yolunu şaşırma. Toplumun içinde dur, ama tek başına ayakta dur, sonuçta yol yalnız senin yolundur unutma.


Herkesle konuştuğun gibi, her tip motora da bin, tutucu olma. "Chopper gitmiyor, dönmüyor" diyenleri takma, altındaki V motorun ritmiyle dans etmeden isyanın ruhunu anlayamazsın. Sıkı bir enduroyla off-road yapmadan doğaya fazla kavuşamazsın. İbrende bir kez olsun 200'leri görmeden de adrenalin seni ilk defa içki içmiş 15 yaşındaki kız gibi sarhoş eder durur. Herkesi dinle ama hiç kimseye kulak asma. Motosiklet türlerinin her biri farklı amaçlarla üretilmiştir, birini seçeceksen seç, ama hepsiyle barışık ol, hiçbirinin fanatiği olma.


Motosiklete bin oğlum, çünkü ben hep motosiklete bindim.


Ve şu hayatımda yaptığım en iyi şeylerden biri bu. Tek bir dakikasından bile pişman değilim ve iyi kötü her maceramın kıymetini bildim.


Hayatta öğrendiğim birçok şeyi bu iki tekerlekli cansız makineden öğrendim.
Motosikletle yaşa oğlum ve aradan yıllar geçerse ve ben motosiklete binemeyecek durumda olursam, gel bana maceralarını anlat, nereleri keşfettiğini, kimlerle hırlaştığını, kimlerle dost olduğunu, hangi şarabı kiminle içip, hangi güneşi nerede batırdığını.


Eğer ben ölmüşsem de çok önemseme. Motor üzerinde ölmüşsem neden pişman olmadığımı anlayacak tek kişi sen olacaksın. Eğer ölmemişsem şu pembeli kıza sor bakalım ablası var mı?
Sana bırakacağım en büyük miras, işte bu hayat rehberi, motosikletli hayatın ta kendisidir.


Motosiklete bin oğlum, çünkü motosiklet hayatın ta kendisidir.

Murat Özbilge

Sevgili Gülçin'e, Degree'ye ve Yasemin'e sevgilerimle...

Bu makaleyi oğlumla birlikte okuduğumuzda sizlerle paylaşmak istedik :)

Adaşım Sofi

Elveda Rumeli Dizisini severek seyrediyorum, kan çekiyor, serde göçmenlik var ne yaparsın.Yaşanılan aşklar içinde de beni derinden etkileyen Alex ve Zarife'nin ki oldu ama gel gör ki kör talih ben Alex'in nişanlısı Sofi oluvermişim.Blogtaki ismimi okadar benimsemişim ki Sofi adı geçtiğinde gayri ihtiyari bakıyorum, ama buda olmazki kardeşim benim ismimi neden o role vermişler, hiç uymuyor bana, ben kalıplı bir kadınım, o ise cılızmı cılız, hadi fiziksel özellikleri geçtim be kardeşim seni sevmeyen birini neden ısrarla istersin, hemde başka birini sevdiğini bildiğin halde, senin sevgin bu evliliği yürütmeye tek başına yetermi? hiç yakıştıramadım adaşıma, ismimi bari kullanmasaydı:) Yani laf aramızda bende Alex'i çok beyeniyorum ama efendi efendi seyrediyorum, Zarife'yle ağlaşınca bende ağlıyom.Bak Sofi, ismime yakışmıyor davranışların ayağını denk, bavulunuda tezelden al Üsküp'e yola çık, hayırlı kısmetlerin olur inşallah, bir daha ortalıklarda gözükme, ismimi kullanma...
NOT: Dizideki Sofi'yle isim benzerliği dışında, hiç bir benzerliğim yoktur:))

11 Ocak 2008 Cuma

Meydanımız

Beşiktaş'ta ki yeni meydanımız! Tansaş artık yok, benim için mahalle bakkalı gibiydi, kasiyerleri bile tanıyıp sohbet ederdim, neyin nerde olduğunu bildiğim için çok rahat ederdim ama artık yok. Yılların halk pazarı, belediyenin küçük dükkanları yıkıldı. Kötümü oldu , hayır, görüntü ferah, o delicesine yoğunluk duraklarda yine ama alışveriş için taa çarşı içlerine gitmek, taşımak zor.Tansaşı özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi.


Askerim ağır bir grip geçiriyormuş kışlasında, salgın varmış, koğuşları dezenfekte etmişler, 5 asker hastanelik olmuş, biride vefat etmiş, grip ciğerlerini zorlamış.Duyunca çok üzüldüm, benimki revirde yatıyor, soğuğu kaldıramadı sanırım ama doktorlar yakından ilgileniyorlarmış.Artık 110 günü kaldı, hayırlısıyla gelip hayatına yön verse ondan yana rahatlayacağım.Bu sene iki oğlum için hayat yolunda makas değiştirecekleri bir dönem, birinin üniversitesi belli olacak, diğeri askerliği tamamlayıp yeniden iş hayatına atılacak, bakalım neler görücez...



Tütü'm,ikimizde aynı anda ev kadını moduna geçmişiz, ben hala algılayamıyorum, akşam hava kararınca yine beni bir panik alıyor, eve yetişmem lazım, nasıl gidicem, yemek yetiştirmeliyim, onu yapmalıyım, bunu yapmalıyım, üşüşüyorlar başıma, saate bakmaya başlıyorum, yılların getirdiği panik durumu ruhuma öyle işlemişki atlatamıyorum.Hayırlısı biraz dinlenelim bakalım.

Bu seneye misafirle girdim ya, gerçekten misafirle gidiyorum, bugün yine uzun zamandır görmediğim akrabalarım geldi, beni görmek istiyorlarmış, böyle deyincede kendimi şempanze gibi hissediyorum:) Kahve takımlarını , çay takımlarını çıkart, ikramlık hazırla, temizlik yap, cici cici giyin servis yap, sohbet et, işte bu en zor kısmı çünki farklı bir dil konuşuyor gibiyiz.Bugünküler pek bir havalıydılar, anne ve baba daha girer girmez aaa bizim kız arabayla gelecek, sokakta park yeri yok dedi, bende bizimkiler otoparkta kalıyor dedim, dakka bir gol bir.Eee sen şimdi ne yapacaksın? ben, bir süre dinlenicem, sizin oğlan neyapıyor? ( oğlu otuz küsur yaşında baba parası yiyor) ya kardeşim benim mali durumum seni neden ilgilendiriyor, sana geçimimle ilgili açıklama yapmak zorundamıyım! yoksa evin geçimini senmi yükleneceksin, ya da benim alnımda aha bu ölene kadar çalışmak zorundadır ama firar etti tutun yakalayın gibi bir ibaremi var.Neyse soruyorlar işte bende cevaplamak zorunda kalıyorum.Birde ayrılık durumlarında çok sorarlar, neden de neden!şu an düşündümde insanların yaşadığı negatif durumlar diğerlerini çok ilgilendiriyor, başlarına gelmesinden korktuklarından mı, gizli gizli benim başıma gelmedi diye haz duymalarından mı bilmiyorum.Neyse ,samimi ol, doğal ol canımı ye, yapmacıklıktan, sahtelikten, hava atılmasından gıcık kapıyorum elimde değil, tespitim müşteri ilişkileri daha kolaymış, alışcaz...

10 Ocak 2008 Perşembe

Tasarımlar


Elma severlere...
Çay kaşığı kullanmaya son!
Renkli objeler, cıvıl cıvıl
Yapılardaki galeri tarzı mekana ferahlık ve genişlik hissi katar, tepeden sarkıt şeklinde inen aydınlatma ise ortama ışıltı ve sıcaklıkta getirmiş...
Veee MOONSUN'cım bu kartları görünce aklıma sen düştün, ne şirinler değil mi? Love bırd serisi olarak tasarlanmış.

http://www.sub-studio.com/ Bu linkten bir çok ilginç tasarımlara ulaşabilirsiniz.

6 Ocak 2008 Pazar

Dostluğun Resmi

Solda Meral abla, sağda annem ve 40 yıllık bir dostluk sınır tanımayan, 63 yaşlarına girdiklerinde yine beraberdiler yıllar sonra ve paylaşılacak nekadar çok şey birikmişti...
Meliha, kardeşim Şükrü ve portakal rengi Sofi...

Jet hızıyla geçen bir hafta yaşadım.30'unda işi bıraktım, dizüstümle vedalaştım, patronum hala inanamıyordu gittiğime, müşterilerde öyle ama bende garip bir sakinlik vardı, vedalaştım ve çok özlediğim evime döndüm.31'i alışveriş, yemek telaşı, akşamı yılbaşı motorcu uyandırmasaydı uyuyarak girecektim yılbaşına, hemen kalktım, oğlumun arkadaşı Sercan da bizdeydi, ışıklar, narlar, sular derken pat 2008'e geçtik.
Hollanda'dan misafirlerimiz geldi, birbirimizin yeni hallerine alıştık önce ve zamanın yarattığı boşlukları doldurmak istercesine okadar çok sohbet ettikki ben günleri şaşırdım.Dün Mısır çarşısı, Sultanahmet dolaştık., onlar nasıl ilgiyle sevgiyle izliyorlarsa herşeyi farkında olmadan bende öyle baktığımı gördüm ve kendim için söylenecek tek sözü buldum, kazan altında kalmışım! Uzun zamandır göremediğim bu yerlere alık alık baktım, ben iş saatinde dışarda dolaşıyordum aaa hayret ve garip bir o kadarda keyifli...
Dostluk bu galiba, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin bıraktığın yerden devam edebiliyorsun.Meliha, psikiyatrist, orda genelde Türk'lerin problemleriyle ilgileniyor, anlattıklarından yurtdışında yaşamanın hiçte kolay olmadığını, uyum sağlamanın, dil öğrenmenin, oranın kültürüne ve şartlarına alışmak insanları oldukça zorladığını anladım.
Konuşmalarımızın satır aralarını okuduğumda vatan özlemi görüyordum, kendilerini oraya ait hissetmiyorlardı ama dönmekte istemiyorlardı, burda bir evleri olsun özledikçe gelsinler, sonra geri dönsünlerdi buldukları yol, yani iki arada bir derede yaşam, olsun oda bir çözümdü.Meliha ona gitmemi çok istiyor, bileti, davetiyeyi hallederim deyip durdu, olurmu olur, aklım eserse gidiveririm ben artık özgürüm ya...