24 Haziran 2008 Salı

Karşı Yaka'dan Baktık İstanbul'a...

Bu sabah programlar annem tarafından yapılmıştı, kendi gördüğü ama babam görmediği için önce Aziz Mahmut Hüdayi Hz. Türbe ve camisini ziyaret ettik, İstanbul'daki büyük yatırlardan, ahşap camii ve ona bağlı kompleksler, tepede, yine Osmanlı kokan özel bir mekan, hafta arası ve sabah olmasına rağmen kalabalıktı, hadi ordan kahvaltıya Fethi Paşa Koru'suna, yani Üsküdar'ı, bizim karşı komşuyu keşfetmekteydik. Üsküdar'ı severim, karşılıklı kıtalarda olsakta, bizi boğaz ayırsada 5 dakkada ordasındır motorla, ayyy motordan hiç inesim gelmedi, uyumak istedim o serin esintinin içinde.... Fethi Paşa Korusu...Belediyenin işlettiği bu sosyal tesisteki mekanlar çok güzel, kafesi, lokantası son derece ekonomik, yeşillikler içinde, boğazın göz kırptığı, gizli bir bahçe, eğer yolunuz düşerse simitle çayından tadın mutlaka.
Efendim köşkteki görevli bizim resmimizi çekmek isteyince tutuşturdum eline fotoğraf makinesini ve karşınızda Sofi'nin kraliyet ailesi. Tabii bu arada ben şapkasız çıkmam abi modlarındayım, güneşin altında gezmekten geçen gün kafama güneş geçti, şimdi şapkasız dolaşmıyorum, zaten pekte severim şapkaları o yüzden hiç şikayetim yok, güneş gözlüğü takmaktanda kurtuluyorum hemde çillerim daha az çıkıyor...
Şimdi Üsküdar'dan bakıyoruz maviliklere ve serinliyoruz...
Bu çılgın şehir ne kadar efendi efendi duruyor burdan bakınca ama kanı deli deli akar, uyumaya bile vakti yoktur...

22 Haziran 2008 Pazar

Sessiz, Sıcak Bir Pazar Günü Yazısı

Yine arayı açmışım yazılarımda, aşçımın gidişi, yıllardır araçlarımızın durduğu otoparkın imara açılıp yıkılması, kardeşimin yardımıyla motoru kıta değiştirip, kardeşimin sitesine nakledişimiz sinirlerimi bayağı gerdi, çünkü oğlumdan başka kullanan yoktu ve o tarz motoru herkes kullanmıyordu ve güvenlik amacıyla bazı şeyleri sökmüştü, sağolsun sıkı bir croosçu olan, ülkemizi, Avrupa'yı motorla turlamış olan Orkun bey halletti bu sorunu, sarı boğamız şimdi emin ellerde aşçısının dönüşünü bekliyor...Ondan iyi haberler aldıkça mutlu oluyorum, Çin mutfağında çalışıyor ve nefis suşiler yapıyor, mesaisi bitincede, Osmanlı ve İtalyan mutfaklarında yardıma gidiyormuş kendini geliştirmek için, tek ortak derdimiz özlem :( Hep diyorum ya, o benim dostum, sevgilim, babam, abimdi, birbirimizi mutlu etmek en büyük çabamızdı, yavrum benim gelince seni tatile götürücem diyor, kıyamam onun parasına ama canı yürekten istediğini biliyorum, oysa onun yaşamla, kendi geleceği için yaptığı mücadele benim için en büyük ödül, adam gibi adamım benim seni çoook seviyorum....

Sonra birden bire sağlığımla ilgilenesim tuttu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin açtığı Kadın ve Aile Sağlığı Merkezi ücretsiz sağlık hizmeti veriyordu kadınlarımıza, bizede yakın, Nesime'yle gidip bir bakalım dedik, hani benim has komşum, yürüyüş arkadaşım, gittik, aslında ALO 153'ten randevu alınması gerekiyormuş ama kalabalık değildi kemik testine ve kalp damar sağlığı testine giriverdik, ortam temiz, nezih, aletler yepyeni ve dostça davranışlar ama benim sonuçlar pek iç açıcı değildi, bu yaşıma kadar hiç tahlil yaptırmayan , doktorlardan fellik fellik kaçan ben gerçeklerle yüzyüze kaldım, kemik değerlerim risk taşıyordu ve İstan bul'da 3 merkezde bulunan çok daha gelişmiş görüntüleme merkezine sevk oldum DXA çekimlerim yapıldı sonuç ostropoz başlangıcı, boyun, kuyruksokumu ve ayaktaki kemiklerde bayağı ilerlemiş, zaten yıllardır sırtım ağrır durudu, belirtileride sırt ve bel ağrılarıymış, hergün yarım saat güneş almam ve aksatmadan en az yarım saat yürümem, kalsiyum ağırlıklı beslenmem gerekiyor toparlamam için, annemde de ileri düzeyde kemik erimesi var ve raporlu, yıllık olarak alıyor ilaçlarını, demek o satmış bana bu hastalığı derken, kan değerlerimde babama küsmeme yol açtı ehh o da sağolsun trigliserid ve kolesterol değerlerini bana satmış, yani anlayacağınız almamam gereken ne kadar gen varsa hepsini kapmışım, babam, kalpten sabıkalı, 5 damarı değişmişti, annemde ostropozdan raporlu, hadi bide sen bak dediler tadına böylece ortak dertlerimiz çoğaldı.

Rahim ağzı kanseri, göğüs kanseri, psikoloji de vardı ama ben almadım bunlar bile fazla geldi, Nesime'cim bomba gibi, çok şükür onda bişey yok ama bak koruman lazım 3- 5 sene sonra benim gibi olursun deyip gaza getirdim yine her gün 5 km. yürüycez :) çünkü herikisininde üstesinden ilaç almadan gelmek istiyorum ve bu konuyu internetten araştırıp duruyorum, sizlerde benimle bilgilerinizi, deneyimlerinizi paylaşırsanız sevinirim :) Bu arada İst. Büyükşehir Belediyesinin kadınlara yönelik bu hizmetinden ötürüde teşekkür etmek isterim...
Aaa yazasım gelmiş, annemle balkonda güneş terapisi yapıyoruz, öylece oturuyoruz güneşin altında, halimize gülüyoruz sonrada bir kahve yapıp fal bakıyoruz, geçen akşamda geç bir vakit annem kızartıp yoğurtladığı acı biberleri kodu sofraya yiyo bende dayanamadım bir parça ekmek kapıp ortak oldum ve baktım ona benden sadece 17 yaş büyük olan bu kadına ve ne gariptirki biz sadece anne kız olmadık hep komşuydukta, doğduğum evde evlendim çıktım, 1 sene sonra onlara kiracı geldik, bir kaç yıl sonra kendi evimizi aldık bir sokak üstte, sonra boşandım, yine aynı eve geldim, altlı üstlü, analı kızlı pek bir komşuyuzdur anlayacağınız, gecelikle, kahvaltıya çıkabilirsiniz, misafir geldiğinde hangimize isterse girer, pişirdiklerimizi taşır dururuz, yani çok hayırlı evladımdır bir türlü ayrılamıyorum yanlarından, hoş bir şikayetleri yok bu durumdan ama komik geliyor bana ne biliyim, dün çarşıya çıktık bunlar taşıyamıyorlar hadi yüklen Sofi, banyodasın yukardan bağırırlar, gelseneee, yapışık dinazorlara döndük anlayacağınız. Neyse Allah eksikliklerini göstermesin bu bana çok ağır gelir biliyorum, ev susar, bende ona küserim, babamın merdivenlerde ben geldim ıslığı susarsa, annemin kahve yaptım gel diye çağırması susarsa zoor, yaşarken kıymet bilmek gerekiyor ve ben bu iki muhabbet kuşumu hiç kaybetmek istemiyorum... Sevgiyle kalın, sağlıcakla kalın ve hep çocuk kalın, anamızı babamızı kaybedersek kimin cocuğu olacağız ki :)

8 Haziran 2008 Pazar

Pazar Gezisi

Efendiiim, şöyle bir pazar yürüyüşü yapalım dedik büyük oğlumla, Ortaköy, Entelpazarı derken kendimizi Yıldız Parkında bulduk, sıkı bir yürüyüş, arada bir ıslatan hava, yorulunca kendimize bir kahve ısmarladık, şöyle orta, yanında da lokumu, pek iyi geldi, ortamda bu, yeşilin her tonu ve arada göz kırpan boğaz...Sonra dedim hadi Çırağan Saray'ına çünkü orda Sıtkı Olçar'ın , nam-ı diğer Sıtkı ustanın çini sergisi var... Osmanlı Çinicilik Sanatının en büyük ustası olan Sıtkı Olçar'ın Sırlı Gemiler adlı sergisinden, kalyonlar, tekneler, mavnalar ve deniz...
17 Haziran'a kadar görülebilir...Kobalt maviler ve turkuaz'ın tonlar çarpıcı...
Saraylı Sofi tahtında padişahı beklerken...
heh padişah geldi, neyse sıkıldığımı fazla belli etmiyim, güleryüzlü olayım, zaten haremde işler karışık :))Bu tavan detayı ve avize oğlumdan...

Sonra hızımızı alamadık gel sana bir sergi daha göstericem dedim, ben haftaiçi gitmiştim, çok etkileyici buldum ama fotoğraf makinem yanımda değildi, şimdi tam teşkilatız ve karşınızda Süleyman Gündüz'ün '' Tanrı Şehri Kudüs '' adlı fotoğraf sergisi... Yeri Dolmabahçe Sarayı Sergi Salonu...

Dilek Tutan Kız isimli fotoğraf, çocuk masumiyeti, inanç tohumlarının küçük yüreğine serpilişi, umut, safiyet öylesine güzel yansımışki fotoğrafa en beğendiklerimden biriydi...
Kudüs Mescidül Aksa
Çarmıha gerilen HZ. İsa'nın annesiyle son vedası... Kapı üstü detayı ve sokak...



Batı Şeria'da bir duvar resmi ve ismi Umut, bir duygu ancak bu kadar güzel aktarılırdı duvara, hepimizin içinde bir tane mutlaka vardır o çocuktan, umarım balonları onu ulaşmak istediklerine götürür...

Misyoner rahibeler dua ederken...
Mola isimli bir fotoğraf, meyve suyu kasaları içinde bir masum bir kaçamak...
El-Aksa camii...

Sergiyi izlediğinizde üç büyük dinin aynı yerde kesiştiğini ama açılan her elin bir Allah'a yakardığını görüyorsunuz ve savaşlar neden diye sormadan edemiyorsunuz...

5 Haziran 2008 Perşembe

Yine Bana Gurbet Düştü :(

Benim motorcu, küçük aşçım, 18 yaşında gurbete gitti, herşey o kadar hızlı geliştiki ben sadece Antalya- Belek yolunu motorla gidicem demesine takılı kalıp iki gün zırıl zırıl ağlayıp bu sabah 7. 30 uçağıyla hayırlısıyla gönderdik, sesini duydum, işlemleri yapılıp lojmanına gidiyordu.

Stajını Radisson Sas Bosphorus'ta yapmıştı iki sene üst üste, ordaki şefi ondan çok memnundu ve ekip olarak şu anda Türkiye'nin tek 7 yıldızlı oteli olan Rixos Otel Premıum, Belek'te olduklarını öğrenen oğlum, geliyim mi dedi onlarda gel bekliyoruz deyince paldır küldür bütün sağlık evrakları, diğer işlemleri halledip uçuverdi. Üniversite tercihlerini burda ben yapıcam, o kayıtlara kadar orda kalıcak, yüksek okulunu okuması için para biriktirmesi, kendini geliştirmesi, cv'sine yeni referanslar eklemesi gerekiyordu ama anne yüreği işte aklım, yüreğim hep onla, durmadan dua ediyorum iyi insanlarla karşılaşsın, Allah kazadan beladan korusun diye, yüreciğim onunla şimdi, ağır bir iş kolu, daha önce parmağının ucundan bir parça götürmüştü, sebzeleri jülyen doğrarken :)

İşte, sizinle dertleşeyim dedim, bu arada bana da Belek yolları gözükür bakarsınız, şimdiden özledim, çünkü o benim en iyi arkadaşım...

1 Haziran 2008 Pazar

Geldiiiim....

Foça'da mutlu oldum, sakinlik, huzur, doğa, ailemle olmak, geniş zamanlarda yaşamak öylesine güzeldi ki...Kamil Koç'un 12 otobüsüne bindim ama gece 2'de hareket edebildi, asker geçiriyorlardı ve terminal düğün yeri gibiydi, en az 10 askerimizide alıp yola çıktık, Eskihisar- Topçular feribotuna bindiğimizde ordada sigara içemiyeceğimizi söylediler ama ben şansımı deneyeyim dedim takıldım askerlerimin peşine, en uçta denize doğru tellendirirken başladık sohbete, Gaziemire'mi dedim ben kıdemli bir asker anası olarak, evetti cevap, bende oğlumun acemiliğini orda yaptığını, rahat edeceklerini ve dualarımı ekledim, biri cep telefonumu rica etti, kendi sim kartımla kullanıcam verirmisiniz dedi, kıyarmıyım al ara dedim, usul usul konuştu, sanırım sevdiceğinle, buruktular, nereye gittiklerini bilememenin, yuvadan ayrılmanın şaşkınlığı yüzlerinden okunuyordu. Sabah İzmir'e indiğimde vedalaştık ve ben doğru Foça otobüsüne...Halamın evi, verandada babamla ikisi, bana kursta yaptığı ahşap boyamaları ve kırk yamaları gösteriyordu ve hepsi birbirinden güzeldi...Tepsiler, kutular ya ne keyifli bir uğraşmış...Birgün bende kursuna gittim ve bana yaptığı ekmekliği boyuyordu o sırada, sıcacık bir ortam, insanlar paylaşımcı, güleryüzlü, sohbetli, rahat, sakin ve keyifliler, İstanbul'da ne kadar gergin ve güvensiz olduğumuzu farkettim, orda yaşamak güzel olurdu diye düşünmedende edemedim.Bu tepsiyi de çok beğendim, eskimiş bir krom tepsi biraz makyajla çok sevimli oluvermişti, benim halam marifetlidir :)Bunlarda verandadaki lambanın üstüne yuvalarını yapıp, 6 yavruyu gün boyu besleyen kırlangıç ailesi, yavrular sürekli ağızları açık bekliyorlardı, anne ve baba kırlangıç adil bir şekilde sırayla besliyorlar, tuvaleti gelen poposunu dönüyor hemen pisliğini alıp atıyorlardı, bu yuvanın temiz kalması içinmi, yoksa etraftaki kedilerin kokuyu alıp yavrulara zarar vermemesi içinmi anlamadım ama bizi tanıyorlar ve kedi girdiğinde bahçeye cıyak cıyak ötüp bize haber veriyorlardı, kedileri savma işi eniştemin, hortum hazır korkuluklarda duruyor o da etrafa suyla ateş açıyor ve yıkanmayı sevmeyen kedilerde kaçıyordu, aslında evin de kedisi vardı ama o zarasız, bizden yanaydı :) Eveet, Sofi ve halası, birbirimize benzediğimizi söylerler yani 74 yaşımda böyle olucam ve küçük oğlu, o 41 yaşında bir melek, Almanya'da halamın hamileliğinde verilen yanlış bir ilaç sonucu spastik olarak doğan, Türkçe'yi ve Almanca'yı çok iyi anlayıp konuşan, kimseye bir yükü olmayan, herkesin ismini aklında tutan, kendi çatalı, bıçağı ve tabağından başkasında yemeyen, şu sıralar ısrarla pikap isteyen, televizyonda reklamlar çıktığında televizyonun sesini tamamen kapatan ve kendi iç dünyasında yaşayan bir melek ...
Eniştem ve halam, onları muhabbet kuşalarına benzetiyorum, bıcır bıcır konuşuyorlar birbirlerinle devamlı ve evin işlerini paylaşmışlar, bulaşık, sofra hazırlama, evi süpürme eniştemin işi, yemek, çamaşır,derleme toplama halamın... O gün yorgunduk, halamın komşu günüydü ve 20 kişi misafirimiz vardı, akşam bana öyle bir sarıldı ve öptü ki, ona yardım ettiğim için, oysa misafir olarak gittiğin yerde önüne hizmet beklemek bana o kadar terski ve sen hep gel emi dedi, canım benim...
Foça'nın sahilinden, şirin bir ege kasabası...


En sevdiğim yer pazar, salı günleri kuruluyor, tazecik, ucuz, rengarenk ve mis kokulu...
Erikler çok güzeldi, hele peynirler, bir tattırıyorlar ki yanında simit olsa katık edersin koca koca parçalar...
Belediye süper, otobüsleriyle gezdiriyor, geziler, konserler düzenliyor. Bu resim de YeniFoça'da bir sergi açılışında oynanan halk oyunlarından, sonrada tavuklu pilavlar ayranlar, sergiler, hoop belediyenin otobüsü seni yine getiriyor bizim EskiFoça'ya...
Bu da bahçe özlemini gidermeye çalışmak için hortumu kapıp çiçek sulayan annem...



Halamın büyük oğlu, bir günlüğüne uğrayabildi, dizüstünde ailemize ait eski resimlerden oluşturduğu albümü gösterirken ve babam. Bu kuzenimdende bahsetmeliyim, 10 dil bilen bir etnolog ve tüm dünyayı gezmiştir ve bir iş adamıdır, ticaretle uğraşır, Hindistan, Bali, Endonezya'dan aldıklarını sattığı Almanya'da mağazası vardır. Seneler önce Söke, Doğanbey'de arazi almıştı ve son yıllarda orda organik tarım yapıyor ve bunları Almanya'da pazarlıyor, ağırlık zeytinyağında, kurutulmuş domates , bitki çayları, kekik ve zeytin yaprakları ( çay olarak içildiğinde kolestrolü düşürüyormuş) web sitesi ve mağazası http://www.casaluna.biz/ Girişimci ruhuna sahip, çok şey öğrenebileceğiniz özel bir insandır...
Denize girdimmi? hayır, aklıma bile gelmedi, onların dünyasında ve o şirin evde yıllar sonra biraraya gelmek ruhuma o kadar iyi geldiki sadece biraz daha kalmak istedim, kimbilir belki başka sefere...
Vee dönüş, otobüsün penceresinden Bursa'ya doğru ama havada uçan leylek gördüm OLEEYY...