27 Mart 2008 Perşembe

Oynayasım Gelmiş :)

Dün akşam kına gecesindeydim, arkadaşımın oğlu evleniyor ve uzun zamandır oynamadığım kadar oynadım, özlemişim ya, otomatiğe bağlamış gibi müzik aralarında bile yerime oturamadım, yani bir kalktım, kalkış o kalkış, kocaman düğün salonu, müzik güzel, hanım hanıma şöyle bir araya gelmişiz, yıllardır çalışmaktan böyle güzel olaylara katılamayan beni artık kim tutabilir :) Yürüyüşte bile bu kadar ter atamıyan ben acaba oryantelemi başlasam diye düşündüm:)

Geleneklerimiz, kültürümüz, bindallımız, kınamız, gelinin kırmızı renkle özdeşleşmesi, evliliğin kutsanması, onaylanması ve insanların biraraya gelip bu mutlu olayı paylaşması, yüzyıllar boyunca sürsün bu güzel adetlerimiz ve Allah hep dostlarımızın iyi gününde de kötü günündede bir arada olmayı nasip etsin.

25 Mart 2008 Salı

Bir Sobe ve Bir Tabu

Sevgili Hatice beni sobelemiş, konu hassas ve bir çok boyutu var ama mutlaka toplumda düzeltilmesi gereken bir durum ki sağlıklı nesiller yetişsin.
Çocuk İstismarı
Bu konuda içimden gelenleri olduğu gibi yazıcam. Biliyorumki özellikle kız çocukların bir çoğu tacize uğruyor ve buda genellikle yakın çevreden, eve rahat girip çıkan ama hayvani dürtülerini aşamayıp hala en aşağı boyutta kalmış yetişkinler tarafından oluyor. Çocuk bunu genelde korkudan söyleyemiyor, söylesede aile bunu örtbas ediyor, konuşulmuyor, herkes üç maymunu oynuyor ama bu arada çocuk geleceğini etkileyecek çok ağır travmalar yaşıyor, sorunla tek başına savaşması gerekiyor kendi içinde , bu onu ya cinsellikten nefret eder hale getiriyor yada bedenini değersiz hissetmesine, herkesin dokunabileceği bir alanmış gibi algılamasına yol açıyor ve ruh sağlığı ağır darbeler almış olarak yaşamına devam ediyor. Yinede sadece kız çocuklarıyla sınırlayamayız erkek çocuklarımızda bu tip tacizlere maruz kalabiliyor ve kimlik sapmaları yaşıyorlar. bunu yapanlara en ağır cezaların uygulanmasını canı gönülden istiyorum.

Tabiki sadece cinsellik değil çocuk istismarı, ellerine taş, sopa verip, yürüyüşlere katmak, eline mendil, sakız tutuşturup sat diye sokaklara salıvermek, onu sadece doğurup sorumluluğunu yüklenmemek, korumamak, değer vermemek...

Yetişkinlere kızabiliyorum ancak, çünkü onların ihmalini çocuklar ödüyor. Libya'dayken şantiyenin kütüphanesinde ne kadar kitap varsa okumuştum, bunlardan biride çoğumuzun bıyık altından güldüğü Haydar Dümen'in Cinsel Yaşam adlı kitabıydı, çocuk istismarına örnek teşkil edecek bir çok öykü vardı, yine Türkiye'de Adli Tıp'ın kurucusu Prof. Dr. Adnan Ziyaların kitabında da onlarca örnek., bakıyorsunuz cehalet ilk sırada, anne babanın ihmali, ikinci sırada. Bütün bu okuduklarımdan, ve yaşamım boyunca ki izlenimlerimden tek bir sonuca vardım, beni tutucu olarak ya da güvensiz olarak nitelendirebilirsiniz ama maalesef düşüncem bu, bakabileceğiniz kadar çocuğa sahip olun ve onu mutlaka 7 yaşına gelinceye kadar evde siz bakın ve diliniz döndüğünce yaşamı, ilişkileri, insanları anlatın, onu tabiki cam bir fanusa koyup büyütemezsiniz ama bilinki onu yaşamı boyunca korumak ve gözetmek bir anne babanın görevidir, çirkinlikleri bilsin ki kendini sakınsın ama yaşamasın...

Çocuklar korunmaya, değer verilmeye ve en çokta sevgiye ihtiyaç duyarlar, bunları verirsek ancak kendilerini güven içinde hissederler, akıl, beden,ruh sağlıkları yerinde bireyler olarak yetişirler . Onlar geleceğimiz, sahip çıkmak hepimizin görevi, her bireyin, ailenin ve devletin.

Dünyaya tertemiz gözlerini açan bu en değerli varlığın incinmemesi dileğiyle...


18 Mart 2008 Salı

Ordan Burdan

Pazar günü Yıldız- Hamidiye Cami'nin önünden geçiyordum, çocukken gezmiş o zaman bile çok etkilenmiştim, şimdi bazı bölümlerini kapatmışlardı ama cami bu günkü gözümle baktığımda hala muhteşemdi.Sultan 2. Abdülhamit'in saray baş mimarı Sarkis Balyan'a 1884-1886 yılları arasında yaptırdığı çok özel bir mimarisi olan yapıtı fotoğrafladım. Yıldız Porselen Fabrikasında yapılmış çini soba, çok zarif bir işçiliği var...
Pencerelerin üstünde yükselen tek kubbe yıldızlarla bezenmiş, ışığı her yönden alıyor, renkler, bezemeler uyum içinde...
Ahşap sütunlar tepede kemerler oluşturuyor ve tek bir avize merkeze yerleştirilmiş...
Sultan Abdülhamid'in elinden çıkmış kafesler, ahşap işçiliği son derece estetik ve özenli...
Dış Cepheden bir detay, boyayın beni diyor yoksa sizden sonraki nesillere nasıl ulaşabilirim....

Sonra dönüp Beşiktaş'taki estetikten yoksun yapılan alanı görüyorsunuz hemde şimdiki yapı malzemeleriyle, sonderece özensiz, teraziye bile alınmadan yerleştirilen gri taşlar, yaptım oldu anlayışıyla , oysa mozaik veya farklı zemin kaplama taşlarıyla göbekler, bordürler, desenler oluşturulabilirdi ve güzel mekanlarda insanlarda kendini güzel hissederdi, sonra içimden ey Osmanlı dedim senin bıraktıkların olmasa kimse inanmaz buranın bir imparatorluğun başkenti olduğuna....

Perşembe, M.Ö 10.000'ni seyrettim, büyüklere masal tadında , teknolojinin sonuna kadar kullanıldığı hoş bir seyirlik, fantastik, duygusallık katılmış, olumsuz bir mesaj vermeyen, ya bunları nasıl yapmışlar dedirten cinsten...

İşte böyleyken böyle, yediğim içtiğim benim gezdiklerim sizin deyip sevdiğim bir sözle bitireyim...

Ben dostlarımı ne kalbimle, ne de aklımla severim...
Olur ya... Kalp durur... Akıl unutur...
Ben dostlarımı ruhumla severim...
O, ne durur... Ne de unutur...

HZ. Mevlana

13 Mart 2008 Perşembe

Şafak 50

Anasının kuzusu, 50'yide gördük ve 16. Mart pazar günü doğum günün, 25 yaşına gireceksin, çeyrek asır olmuş Haydarpaşa Numunede seni kollarıma vereli, sana tapmıştım, Allahım ben bundan ayrılamam askere bile birlikte gideriz demiştim ama bak gittinde geliyon bile, anne olmak ne delice bir duygu, evladının kılına zarar gelecek, o mutsuz olacak diye yüreğin pır pır ediyor, tüm hayallerini gerçekleştirmek istiyorsun, onun mutluluğu artık senin mutluluğun oluyor ve kaç yaşında olursa olsun onu sıkıca sarıp sarmalamak , öpmek , koklamak istiyorsun, biliyorum bu satırları okuyacaksın, doğum gününde ben yanında olmıycam ama bilki sevgim, dualarım hep seninle, mutlu bir geleceğe kanat çırpman ve tüm hayallerinin gerçekleşmesi dileğiyle sağlıcakla kal oğlum.

11 Mart 2008 Salı

Ordan Burdan, Birde Sobe

Kumrum karşımdaki istinad duvarının su tahliye boşluğuna taşındı nihayet ama çamaşır asarken bana kötü kötü bakmayı ihmal etmiyor, kiracısını evden atan gaddar evsahibi gibi görüyor beni garibim oysa benim tek derdim onun mokuydu, neyse barışırız umarım:)

Epeydir yazmıyordum, gündüz yürüyorum ya birde ev işleri ( çok hamarat ve titiz oldum ), akşamda motorcu kapıyor bilgisayarı ben salonda kös kös mecburen tv. izliyorum, kabak çekirdeklerim ve cigaramda bana eşlik ediyorlar. Bugün arkadaşımın işi vardı yürüyüşe çıkmadık, sabah bir tartılayım ya dedim bakalım ne kadar erimişim:) anaa o da ne 100 gr. bile gitmemiş kendimi okadar parçalamama rağmen, yaparsın şöyle yağlı bir kurabiye , yiyip duruyom şimdi.

Özlemişim arkadaşlarımı, bir turladım baktım Gülçin beni sobelemiş, sorularda zor, hele ikincisinde takıldım, hiç çalışmadığım yerden gelmiş...

NEFESİMİ KESECEK ANLAR, emekli olduğumu görmek ilk sırada, çocuklarımın severek yapacakları, başarılı olacakları işlerde görmek, yine çocuklarımın evlendikleri ve torunlarımı kucağıma aldığım anları görmek, Tanrım bu anlarda gözyaşlarımı tutamam herhalde. Kendim içinse heh bu ev benim olmalı dediğim bir evin aaa mucizevi bir şekilde benim olması, amma uçtum ya...Biraz daha devam ediyim, bir tur bileti gelse ve ben gemiyle dünyayı dolaşsam, üff şimdiden nefesim kesildi, kalbim durmadan ikinciye geçeyim...

HEMEN YAPABİLECEĞİM HALDE NEDEN YAPMADIĞIMI BİLMEDİĞİM NEFESİMİ KESECEK ANLAR, hemen yapabilirim, nefesimide keser ama neden yapmadığımıda biliyorum çünkü kimseyi üzmek yada kırmak istemiyorum ve aptalca bekliyorum. ( biraz girift oldu farkındayım:) )

BİRDAHA DÜNYAYA GELME ŞANSIM OLSAYDI NE YAPARDIM?Yine dünyaya Sofi olarak gelseydim, edebiyat, psikoloji, sanat tarihi gibi alanlarda kariyer yapmak isterdim, muhtemelen tek başıma kendime bir dünya kurardım ve doğru insana rastlamadan evlenmezdim , tek çocuk yapardım ( yani sonunda doğru adamı buluyorum )kendimi boşu boşuna üzdüğüm, sıktığım şeyleri yapmaz ama bana bunları yapanlara hadlerini bildirmeyi çok isterdim ve büyük olasılıkla seyyahlar gibi gezerdim ama kesinlikle canım gibi seveceğim eşimle:))
Sonrada bir kitap yazardım, Gülçin bana bir daha dünyaya gelme şansı verdi ve bakın ben nasıl dolu dolu yaşadım ve hayattan keyif aldım, daha önceki yaşamımdaki hıyarlıkları yapmadım diye ona minnetlerimi de sunardım, hayal bu ya...

Şimdi ben kimi sobelesem, kimi sınava soksam, nefesi sağlam, hayal gücü yüksek, Degree'cim, Sem yazarmısınız?

5 Mart 2008 Çarşamba

Postacım Geldiii


Moonsunım, bunlar saraylı işi kıyıpta kullanamam, okadar ince ve zevkli bir seçim ki beni yine şaşırttın ve inanılmaz mutlu ettin ama bana bir çok şeyide hatırlattın ve yeniden unuttuğum o keyifleri yaşamamı sağladın, mektup yazmak ve özenle hediye seçmek, neyi sever, neden mutlu olur, zarfa ne sığdırabilirim ki benim sevgimi ulaştırsın oralara... Bugün çarşıya çıktığımda bakalım kısmetimize ne düşecek ne yakalıyacam diye bakındım bir iki ufak tefek şey aldım, yakında yola çıkar zaten Allah bozmasın bizim postalar jet gibi çalışıyor ve postayı almakta hep babama nasip oluyo, bir türlüde postacımı görmüş değilim ama kendisini pek severim...
MOONSUN, böyle bir mutluluğu, dostluğu ve sevgiyi yaşattığın için binlerce teşekkür...

Gündüzler Yetmedi :)

Dün yine Nesime'mle yıldız parkında yürüyüşteydim aha birde ne görelim, Yıldız Porselen Fabrikasına yakın bir düzlükte jimnastik aletleri koymuş belediye, yani büyüklere park yapmış :) Kaçarmı tek tek aletleri denedik acayip keyifli, bel, kol, göbek, basen çalıştıran aletler ve çift kişilik tasarlanmış, çocuklar gibi hem güldük halimize, hemde hepsini denemekten geri kalmadık, eee sadece yürümek olurmu artık aletli jimnastikte yapıyoruz.
Akşam, Şükran'la İKSV'nin açılış kokteylindeydik, Taksim Emek sinemasında, ardından Amarikalı bir gurubun jazz konserini dinledik, insanları pek sarmamış olcaktıki konserin son anlarında çektiğim bu resimdede görüldüğü gibi salon yarı yarıya boşalmıştı, ses düzeni iyi değildi ama baterist çok başarılydı, eee gece yeni başlamıştı, Şükran'ın ablası bir ilaç firmasında çalışıyordu ve iş arkadaşlarıyla Taksimde minik bir bar kapatmışlardı, içlerinde amatör müzik yapanlar vardı ve sahne alacaklardı, gitmezmiyiz...
Caz üzerine bizden sıcacık, hemde içinden geldiği gibi katılabileceğin parçalar tam bir müzik ziyafetiydi, içten samimi insanlar. Arada bir kalkıp oynadık bile ( iyiki sabah aletli jimnastik çalışmışım ön hazırlık oldu ). Ama gece böyle bitermi, hadi dedik Sütlüce'ye işkembe çorbası içip, uykuluk yemeye, motorcumla, Şükranın eşi Nadir beyde geldi, ılık havada Haliç sanki boğaz gibi ışıl ışıl çorbalarımızı içerken ekrandanda Fener'in son dakikalarını izliyoruz nefesimizi tutup dualar edip, Allah'ım bu güzel geceyi zaferle sonlandır dedim, beni kırmaz Tanrım, attık golü be gece 2 sokaklar, araba ve korna sesiyle doldu.

YAA seviyorum bu şehri ben ya, uyumaz, uyutmaz, eşik öşük yolları, manyak trafiği, herçeşit insanıyla, tüm çirkinlikleri ve güzellikleri bağrında toplayışıyla bir bilgedir İstanbul...

2 Mart 2008 Pazar

Bahar mı Gelmiş Ne !

Cuma günü yürüyüşe Yıldız Parkına gittik, Dolmabahçe yada Kuruçeşme istikametine yürümekte zevkli fakat trafiğin gürültüsü ve eksoz keyfini kaçırıyor insanın ama burası doğayla içi içe, oksijen bol ve yürümek keyifli, doğa kıpır kıpırdı.Malta Köşkünün bahçesinde bir çay içtik, Beltur'un işlettiği bu yerde fiyatlar makul ve manzara nefis. Büyükşehir Belediyesine ait serayada daldım, tenha olduğundan birşey demediler ve bende gelen baharı müjdelemek istedim çiçeklerle...

Burası çiçeklerin yetiştirildiği sera, envai çeşit var içerde, sıcak ve nemli bir ortamda yan yana pek mutlulardı...
Bunlarda buket olmayı bekleyen laleler, tezgahta yolculuğa çıkmayı bekliyorlar...
Toprak uyanmış, sarı sarı papatyalar başını kaldırıvermiş...

Çiçek böcek derken ordan çıkıp Beşiktaş Kadıköy iskelesinin yanındaki eski Kaymakamlık binasının arkası müze olmuştu birde orayı görelim dedik.İsmi Depo-Müze, Dolmabahçe Sarayında depolarda yıllardır bekleyen sarayın gündelik eşyaları hayat bulmuş burda, mutfak eşyaları, sobalar, sandıklar, koltuklar, kişisel eşyalar gün ışığına çıkıvermiş, yolunuz düşerse bir uğrayın, Dolmabahçe Sarayının aşevi olarak kullanılan bu mekanı farklı bir tad bırakıyor.