27 Şubat 2008 Çarşamba

Sıcak Bir Şubat Günü

Elim bloğuma bir türlü gitmiyordu, sanki sözün bittiği yerdeydim, askerime kitlendim, haber seyreden paranoyak bir hale dönüştüm ve kimsenin canını sıkmamak için yazmadım. Bugün bir arkadaşım kahvaltıya gelecekti ve hava öylesine güzel ve davetkardı ki kalk dedim, Çırağan Sarayın'da İsmail Acar'ın sergisi var ve ben görmek istiyorum. 4 Mart'a kadar sürecek Eklektik isimli bu sergi muhteşemdi, hem sergilendiği ortamla öylesine örtüşmüştüki tabloların karşısından ayrılamıyordunuz, renkler, desenler, ince ince işlenmiş detaylar o berraklık, sadelikteki o ihtişam büyüleyiciydi, hepsini kapıp eve getirmek istedim ama fotoğraf bile çektirmiyorlardı. Google amca sağolsun, bir iki resmini bulabildim ama bunlar sergidekiler değil, fırsat bulursanız görün derim. Lale ve nar temalarının işlendiği sergiden

İsmail Acar'dan Kızkulesi
Veee İsmail Acar...İsmail Acar (d. 1971 Suşehri, Sivas) 1988 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim bölümüne girdi. 1991 yılında buradan mezun oldu. Aynı üniversitede 1993 yılında yüksek lisans derecesini aldı. 1994 yılında New York’ta David Salle ile çalıştı. 2000 yılında Kaş limanında 350 metre uzunluğundaki duvar resmi projesini dört asistanı ile birlikte gerçekleştirdi. İsmail Acar’ın eserleri yurt içi ve yurt dışında birçok galeri, müze ve koleksiyonlarda yer almaktadır. 2001 yılından itibaren gerçekleştirdiği tüm sergilerde, sergi gelirinin bir kısmını sosyal yardım amaçlı çalışan vakıf-dernek ve kuruluşlara bağışlamaktadır. Toplam otuz beş kişisel sergi açan ve kırkın üzerinde karma sergiye katılan sanatçı çalışmalarını İstanbul’da sürdürmektedir. Ayrıca, eserleri Avrupa ülkelerinin tamamında, A.B.D., Kanada, Meksika, Arap Yarımadasının tamamında, Rusya, Moldovya, Ukrayna, tüm Türk Cumhuriyetlerinde, Çin, Tayvan, Kore ve Japonya’da müze, özel koleksiyon ve galerilerde bulunmaktadır.

Kapılar nedense beni çok etkiliyor, giriş, ilk izlenim ve bu kapıdaki görkem ve işçilik, ben bir saray kapısıyım diyor. Sergide resim çektirmediler ama diğer alanlardaki görüntüleri kaçırırmıyım:)

Çırağan Sarayı, deniz yönündeki cepheden...
Yine sarayın balkonundan, bulunduğum nokta boğaza sonderece hakim, panoramik bir görüntüye sahip...Önce Ortaköy'e doğru bir bakış
Aynı noktadan Beşiktaş yönüne bir bakış, boğaz bir kadehte sunulmuş su gibi önünüzde, engelsiz, sereserpe sunmuş kendini ve ne kadar güzel, eşsiz olduğunun farkında, kapılıp kalıyorsunuz görüntüye...
Balkona açılan girişten bir detay. Nedense sarayları, müzeleri, tarihi yapıları çok severim, sanki daha önce oralarda yaşamışım gibi bir his duyarım, çatlakça belki ama elimde değil öyle hissediyorum, idare ediverin artık:)
Bu son resim, ne kaa akıllıyem, ayna ve avize ikilisine vuruldum ve kendimide çekivermişim!


22 Şubat 2008 Cuma

Havalar İyidir

Bugün annemin bir arkadaşına gittik, İsmet teyze, aslında kızı Ülkü benim arkadaşımdır ama evlendi ve artık Alaçatı'da yaşıyor. İsmet teyze hacıdan gelmişti bir türlü gidemedik ama artık hacıdan gelenlere giderim vallahi, çok güzel bir akik yüzüğüm oldu, birde tıngıllı küpelerim, eh kadın benim gibi takı severe hacıdan ne versin :) Resimdekide evin tombul kedisi, hava güzel, camdan güneş giriyor, oda kıvrılmış koltuğa bir keyif, bir keyif, sorma gitsin, kırmızı kurdelesi, çıngırağı pek süslü bir hanım bu kedi, hemen yanınıza sokuluyor, sev beni, sev beni diye gözünün içine bakıyor ama benim felsefem'' seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli''. zira sabahtan zaten sinirlenmişim hayvanlar alemine, başım balkondaki kumrularla dertte, balkonun iç kısmındaki demirlere tünüyorlar, hadi onuda geçtik, barsaklarında ne varsa boşaltıyorlar, temizliycem diye balkonun demirlerinin boyalarını söktüm, arınmıyorda, kumruların, helası oldu balkon, üst katımdaki demirlere poşet bağlamış, rüzgarla şişip, hışır hışır edince gelmiyorlar, aa ne parlak fikir dedim bende yaptım ama yine boşluk bulup tünüyorlar gece, biraz sonra kalkıp her tarafa poşet bağlıycam, karşıdan gören deli karının balkonu diyebilir, hiç umrumda değil, mok temizlemekten iyidir.



Haftasonu karlıydı, herkes eve tıkılmış bir halde, annem dünürüne gitti, babam benimle kaldı iki gece misafir, adam osmanlı, üç öğün takım yemek ister, oğlan evde, oldumu iki erkek, haftasonu karda eve tıkılmış, paso yemek yapıyorum yeterki erkekimler mutlu olsun, yani yedik yedik semirdik, dışarı çıkamadık delirdik.

Dünde arkadaşlarım gelecekti aman pek hazırlandım, masama yeni örtü bile aldım ama en hoşu askerimle yaşıt Melek'in kızı Sena'nın bana taktığı isim ''stajyer ev hanımı'' benim için süper bir tanımlama...

Bu hafta en çok üzüldüğüm olay ise Aysel Gürel'in ölümü oldu, nedendir bilmiyorum ben o kadını çok severdim, özel bir kadın, dürüst, sıcak, insancıl, farklı, özgün ve akıllı, yaratıcı. Şişli, Dr. Şevket Bey sokakta bir mimarlık firmasında çalışıyordum, evleri o sokaktaydı, 22 sene olmuş, son derece mütevazi ve içimizden biriydi, Beşiktaş cumartesi pazarında da görürdüm, pembe kalpli gözlükleriyle , farklı bakan gözleriyle alış veriş yapardı. Ona nekadar deli Aysel'de deseler bence o aklın sınırlarında dolaşıyordu ve o çok ince bir çizgiydi, herşeyden önce korkusuzdu, kendi bildiğini okuma ama kimseyi incitmeme gibi bir özelliğide vardı, ben onu seviyordum...

Şimdi haberleri seyrettim, sınırda hareket var ve deli gibi dua ettim ALLAHIM askerlerimizi koru!
Ve yurtdışındaki yangınlar, içim parçalanıyor, dünyanın acil huzur ve barışa ihtiyacı var ve 2008 zor bir yıl olacak gibime geliyor:(

18 Şubat 2008 Pazartesi

Karlı Bir Sabah

Aman da aman kar yağmış!

15 Şubat 2008 Cuma

Baston Bey ile Merdane Hanım



Merdane hanım, geçmiş yarım kalmış tablosunun başına, paletine sıkmış pembeleri, morları, beyazı, sarıyı, fırçasını nazlı nazlı renklere vuruyor, çizdiği vazoya bahar çiçekleri ile dolduruyordu. Bir yandanda Baston beyi düşünüyordu, offf, nerden çıkmıştı bu tanışma işi, o sıkılırdı böyle başbaşa yemek yemelerden, iş konuşmalardan. Ne olurdu evde bir kahve içmeye gelseydi, cam kenarında berjerlerine kurulup hem sohbet ederler, hem de tüm tablolarını bir arada görmüş olurdu, ama tutturmuştu Rende, artık sergi açmalısın, Baston beyin galerisi var, seni taa akademiden tanıyor diye. O da ısrarlara dayanamayıp he deyivermişti.

Vazoya eflatunun tonlarıyla oynayarak bir sümbül yerleştirdi, şöyle geriye atıp başını, bir baktı ve çok beğendi çiçeğini, üzerine bahar ışıkları serpip odasına giyinmeye gitti, birazdan gelirdi Baston bey..
Siyah elbisesini çıkardı, uzun kollu, düz bir elbiseydi, yaka oyuntusunda zarif bir dekoltesi vardı, inci gerdanlığını ve küpelerini taktı, kırmızı, uzun ipek fularını boynuna dolayıp, bir ucunu önde , bir ucunu arkada bıraktı, hareket ettikçe zarif bir şekilde uçuşuyorlardı. Saçları zaten kısacıktı, onlar için yapılacak pek fazla birşey yoktu. Aynaya baktı, yüzü soluk geldi, allık fırçasıyla bir iki rötüş, biraz rimel ve bir parlatıcı, vaav bayağı hoş olmuştu! Ayakkabısını giyip, küçük siyah çantasını eline aldı, sonra yıllardır giymediği vizon etolü geldi aklına, onuda çıkardı, gardrobun en dip köşesinden, kendine baktı aynada, sağa döndü, sola döndü ve kendini onaylayan mutlu gözlere baktı aynaya ki, zil çaldı.

Yine bir tedirginlik kapladı içini, abarttım mı, nasıl görünüyorum, etek ceket bir takım mı giyseydim diye hızla geçti aklından kapıya doğru ilerlerken topuklu ayakkabılarıyla. Kapıyı açtığında şık takım elbisesi içinde , elinde şebboylar Baston beyin gülümseyen yüzüyle karşılaştı. İçeri girmezmiydiniz dedi kibarca, Baston bey, belki dönüşte dedi, çiçekleri mutfaktaki sürahinin içine koyup aceleyle geldi, kapıyı kilitledi, birlikte aşağıya indiler. Yol boyunca akademi yıllarından konuştular, Baston bey hala o günlerdeki gibi çok zarif olduğunu söyledi, Merdane hanımın yüzü kızardı. Merdane hanım da Baston beyin yıllara rağmen hiç değişmemiş olduğunu düşündü, 27 yıl olmuş görmeyeli, neler yaşamıştı acaba? yine doğal ve samimiydi. Baston bey, Merdane hanıma yıllardır eserlerini niye sakladığını sordu, onlar gün ışığına çıkmalı, herkes görmeli bu tabloları dedi. Aslında ona yardımcı olmak istiyordu, Rende, eşinin ölümünden sonra maddi problemleri olduğunu söylemişti, o da yardım etmek istiyordu.

Bebek'te çok şık bir balık lokantasına girdiklerinde hemen bir garson ayrılmış yerlerine kadar eşlik etti, siparişler verildi, sohbet ediyorlardı ama Merdane hanım kasılıp kalmıştı, ayakkabısı o kadar sıkıyorduki, onları fırlatıp atmaktan başka bir şey düşünemiyordu. Baston bey açmasını istediği sergiyle ilgili görüşlerini anlatıyor, tarih belirliyor, açılışla ilgili ne gibi hazırlıklar yapmalıyız, davetliler, ikram, iletişim, tabloların taşınıp yerleştirilmesi, tatlı tatlı konuşuyor, Merdane hanımın gözünün içine bakıyordu.Ama Merdane hanımın aklı sızım sızım sızlayan ayaklarındaydı, off nasırıda küt küt zonkluyordu, nerden giydim bu ayakkabıları dedi içinden, acaba ayakkabımı çıkarsam, yerler halı, şöyle rahat rahat bassam yere, beni görürlermiydi, çevresine baktı, gayet nezih bir ortam ve diğer masalarda insanlar vardı, masa örtüleride yerlere kadar uzun değil, off kesin görürler beni dedi. Baston beyi dinlemek için zorladı kendini, tabi tabi deyip geçiştirdi dinlediğini belirtmek için ve en sonunda herşeyi göze alıp ayakkabılarını sıyırıvedi ayağından.

Balık servisi yapıldı, kadehlere beyaz şarap dolduruldu, Baston bey dediki garsona, soğan getirebilirmisiniz, garson, derhal dedi, kırmızı bir bütün soğan, beyaz porselen tabakla geldi. Baston bey soğanı masanın üzerine koydu ve bir yumrukla bölüverdi, Merdane hanımın gözleri faltaşı gibi açılmıştı, Baston bey cücüğünü ona uzattığında o ayakkabılarını giymeye çalışıyordu...

Sofi'den bir öykü


NOT: Grafik tasarım oğlumun eseridir, hayat bulsunlar istedi ve çizdi...

Ne Güzel Bir Gün :)



Moonsun'ım postamı almış...

Yonca'mın bugün Doğum Günüymüş...

13 Şubat 2008 Çarşamba

Sevgililer Günüymüş !

Sevgininde günümü olurmuş? insan sevdiğini her gün severmiş! Bende gazeteme yazıyım dedim,

SENİ SEVİYORUM

Ne sihirli sözcüktür bu , kapılır gideriz bu büyüye eğer yüreğimizde aynı şeyi söylüyorsa ve geçen her yıl tazeleniyorsa bahçen, özen gösteriyorsanız iki bahçıvan, ayrılıklar, uzaklıklar örselemiyorsa tutkunuzu, birlikteyken sımsıkı tutabiliyorsan o eli güvenle, herhali güzelse senin için yeniden söylemelisin

SENİ SEVİYORUM

12 Şubat 2008 Salı

Bir Kahve Sever Olarak...

Kahve Dünyası, Türk kahvesi sunması nedeniyle tercih ettiğim mekanlardan biri oldu ve tiryakilik yarattı, Kabataş, Cevahir ve Etiler'dekine gittim.Her mekan aynı, tat, servis, hizmet ve fiyatlar mükemmel harmanlanmış, sıcacık mekanlar, kalite ön planda tutularak haklı bir marka olmuş.Çukulata şelalesi yokmu, baştan çıkarıcı, gidip parmaklamak istiyor insan:) ama tutuyorum kendimi...
Kahvenin yanında verdikleri, çifte kavrulmuş, içi fıstıklı ve üzeri çukulata kaplı lokuma bayılırım, her Taksim'e çıktığımda Hacı Bekir'den alırdım.Kese kağıdına koydurur, ben ortada çocuklar iki yanımda keyifle yiyerek yürürdük.Bak şimdi orayıda özledim, Canım Ciğerimin, ciğer kebaplarınıda, galiba karnım acıktı burda yazıyı keseyim.
Kahve Dünyası'nı deneyin derim, fincanların tasarımları bile öyle hoş ki...

11 Şubat 2008 Pazartesi

Hane

Dün gece İngiltere'den gelin aradı, doğum günümü kutladı ama sesi bir tuhaftı, abla dedi biraz evvel aradılar babanem ölmüş, daha dün annem dolaşmaya gitmişti, üç senedir felçli yatıyor, bakıcıyla kalıyordu, iki oğlu İngiltere'de, bir oğlu Amerika'da yaşıyordu.Sanırım şu an hepsi yola çıkmışlardır.Sabah annemle gittik,Ülviye hanım teyzeyi severdik, bahçeli evi yazın bir sığınaktı, sofrası açık iyi bir insandı, bir çınar daha devrildi dedim ama bana ençok koyan bir hanenin kapanmış olmasıydı, artık o evde kimse yaşamıycaktı, onunla birlikte bir kapı kapanmıştı...

10 Şubat 2008 Pazar

50'ye 5 Kala...

Bugün benim doğum günüm, yüreğimi yokluyorum, hüzün var ilk sırada, sonra şükür, kızgınlıklar , öfkeler ok gibi gerilmiş ama onları susturuyorum, kadınca bir dürtüyle tüm sorumlulukları üzerime alıyorum, acılarım artıyor sadece ama olsun yaşıyorum ve mutluyum...

Zenginim hem de çook, çocuklarımı, ailemi, dostlarımı ve sizleri çok seviyorum...

6 Şubat 2008 Çarşamba

Bugünün Düşündürdükleri :)

Bu kapı, önünden her geçtiğimde beni etkiliyordu, ihtişamı , boyutları, vakur duruşu ve sakinliği.Sımsıkı kapalı olan bu kapıyı hiç açık görmedim ama kafamı her çevirip baktığımda, sanki o iki kanat açılıverecek ve atına binmiş bir şehzade fırlayacak gibi duruyordu, atı beyazmıydı bilemem, hatta kapıdan çıktıktan sonra içeri dönmek için çaba harcarmı, trafiği görüp vay bre gafiller, bunlar ne olaki deyip dört nala gerisin geri kaçarmı ?kaçar, kapıyı hızla kapatırlar ve beyaz atlı şehzadeyi bu son görüşümüz olur.Ben yinede usul usul geçicem yanından ne olur ne olmaz:)
Bugün kısmetime martılar düştü, bana özgürlüğü hatırlatan bu kuşlar çığlık çığlığa dolanıp duruyorlardı, ekmek atmışlar denize kapıp giderlerken, bugünü kurtarmanın sevinci içindeydiler, yarına Allah Kerimdi...

5 Şubat 2008 Salı

Kartım ve Güvercinler

Moonsun'cım, kartım geldi! teşekkürler, teşekkürler , heyecanla bekliyor insan, çünkü bende yarın sana posta yolluycam, şimdiden nasıl gidecek, ne zaman varır, bişey olmadan ulaşırmı endişesi içindeyim.Pofuduk zarflardan buldum ve bloğunun renginde gayet kokoş bir örtü var içinde ve benim yaptığım bir nihale, umarım beyenirsin.Karta gelince, hayallerimi öyle doğru tahlil etmişsin ki, gün olurda Tanrım bana böyle bir ev verirse o kartı çerçeveletip koyacağım, penceresi denize açılan, sırtını dağlara vermiş bahçeli bir ev...Hepimizin hayalleri gerçek olsun...
Bugün yürüyüş yaparken Dolmabahçe Cami'nin orda deniz kıyısında banklar var, sigara molası vermiştim.Boğaz sisler içindeydi, köprü bir bardak bozanın içine düşmüş gibi görünüyordu, hava bahar gibiydi.Banka oturduk , yaşlı bir adam bir paket bulguru açtı ve yere serpti, bir anda güvercinler çevremizde uçuştular , usulca yere indiler ve o günün kısmetini yemeye başladılar.Kimse kimsenin hakkını yemiyordu, herkes önüne düşeni gagasına alıyor, itişmeden, kakışmadan karınlarını doyuruyorlardı, doyan gidiyor, yerine başkası geliyordu.İçimi bir sevinç kapladı, hepimizin rızkı veriliyordu aslında ve herkes bu dünyada kendi kısmetini yiyordu.Kimi az, kimi çok, kimi vatanında, kimi çok uzaklarda ama bir güç seni hiç bırakmıyordu! Ne kadar da mutlu mutlu karınlarını doyuruyorlardı, tokluk, güven hissinide veriyordu ki ayaklarımızın dibinde korkusuzca dolaşıyorlardı...


1 Şubat 2008 Cuma

Yakaladıklarım

Dün sinemaya gittim, Gülçin'in bloğunda okumuştum Çağan Irmak imzalı Ulak filmini ve çok beğendim, müthiş bir hayal gücü, simgeler, sembollerle dolu mesajlar veriyor masalsı bir örgü içinde ve yine ağladım sonunda, gönül telime dokundu.Bizden olan bize iyi geliyor, sağol Gülçin... Bir sokakta bu evlere rastladım, minik bir yokuşta omuz omuza vermiş, makyaj yapmış, genç görünümlü eski İstanbul evleri...
Karaköy iskeleden çektim ama, deniz derya resimlemişim, öğrenceez...
Kabataş'tan, Dolmabahçe Sarayı ve köprü...
Karaköy iskeleden Topkapı Sarayı
Tophane, cephesi temizlenince eski günlerine dönmenin sevinciyle gururla duran çeşme ve Kılıç Ali Paşa camii....