31 Aralık 2007 Pazartesi

Yeni Yıl'A

Cumartesi akşam annemlere uğradım, annem kurmuş sofrayı, oturdular babamla.Babamın küçük mutluluklarındandır her cumartesi bir kadeh rakı içmek, bazen annemde yüzünü buruşturarak eşlik eder tadını pek sevmediği bu içkiye.Ben tokum dedim ama sofrada oturup, sohbet ediyorum, baktım rakı değişik, Burgaz Rakı, aldım elime şişeyi üzerindekileri okuyorum, hımm ege üzümleri, Kırklareli'nde üretilmiş falan derken, etiketin yanındaki bir şiir dikkatimi çekti, okudum, kim yazmış bilemem ama rakıcı abi güzel yazmış:

Yarım somunun var mı?
Bir ufakta evin?
Kimselerin kulu kölesi değilmisin?
Kimsenin sırtından geçindiğinde yok ya?
Keyfine bak; en hoş dünyası olan sensin.

İYİ YILLAR...

28 Aralık 2007 Cuma

Yeni Yıl Seramonileri

Yeni yıl, yeni yıl bizlere kutlu olsun.Yeni yıl, yeni yıl bizlere mutlu olsun! :) ilkokuldayken bize bunu söyletirlerdi, bilmem hatırlayanınız varmı?Yılbaşı bana hediyeleşmeyi hatırlatır! Buda benden size, yarım elma, gönül alma...
Yılbaşın da bizde kabak tatlısı yapar annem, sevap olduğuna inanılır, hepimiz afiyetle yeriz...
Saat tam 12'de bir nar kırarım kapımın eşiğinde ve oğlum tüm gücünü deneyip öyle bir atarki eşiğe, apartman sahanlığı kırmızıya boyanır, bende elimde bir bez silerek girerim yeni yıla...Tavsiye olunur, bu evinize tüm yıl boyunca bereket girmesi için:)
Sonra efendim, yine saat tam 12, koşturuyorsunuz ve evdeki bütün muslukları açıyorsunuz, şakır şukur sesler, yine her işimiz su gibi aksın ve bolluk gelsin diye:)
Daha bitmedi, evdeki bütün ışıkları açıyorsunuz, aydınlık bir yıl için...

Yani anlayacağınız, her yıl saat tam 12 , bizde herkes görevini biliyor, birbirimize çarpmamaya çalışarak, evin içinde koşturup, severek, gülerek yapıyoruz, Kucaklıyoruz bir yılı daha bunuda gördük diye ve daha nicelerine deyip...Sağlıkla, huzurla, mutlulukla,barışla,sevgiyle dolu bir yıl diliyorum, tüm insanlara ve dünyamıza...

22 Aralık 2007 Cumartesi

Hayat

İnternette birşeyler ararken bu resme rastladım ve durdum baktım, baktım, sanki hayatla ilgili düşüncemin ete kemiğe bürünmüş bir ifadesiydi.Hayatı hep bir yol olarak düşünmüşümdür, doğduğumuz an başlarız o yolda yürümeye, nerde, ne zaman biteceğini bilmeden yürürüz.Yol üzerinde yürürken aslında yalnızızdır, birçok hayata teğet geçip, bazen uzun, bazen kısa süre dokunuruz.Çantamız gittikçe ağırlaşır, anılar, acılar, umutlar, hayal kırıklıkları, aşk, nefret, öfke, pişmanlıklar, özlemler, bilgiler, sevgiler, insan suretleri, taşır dururuz.
Tek başına serüvene çıktığımız bu yolun sonunda ölüm olduğunu biliriz ve çantamıza daha sıkı yapışırız, bizi biz yapan hikayemiz , hazinemiz ordadır...

Tam bunlar yazmayı düşünürken Tütü ( ETKİ ALANI ) beni sobelemiş, Hayatımızı anlamlı kılan 7 gerçek, kırarmıyım seni ben , hemde en çok kafa yorup sorguladığım konuda, yazdım yine ben...

Anne olmak, hayatımın temel gerçeği, 19 yaşımdan beri sırtladığım bu görevi elimden geldiğince en iyi şekilde yapmak, iki erkek çocuğa bakıp, büyütüp,eğitip, yaşamları boyunca iyi bir rehber ve destek olmaya çabalamak.ALLAH'ın emanetidir onlar bana...
Evim, doğduğum günden beri aynı sokakta ve aynı evde oturmak (yıkılıp yeniden yapıldı).Bu durum bana hep garip gelmiştir.Evim kutsalımdır...
Hayallerim ve umutlarım, gerçekleşme konusunda ne kadar inatçıda olsalar beni ayakta tutarlar...
Okuma ve öğrenme tutkum ki bu da yazmayı getirdi, herzaman anlam kattı hayatıma...
Özgürlük, rüzgar gibi esebilmek gönlünce ama bir ağaç gibi başı dik durabilmek, gururla alnı açık.Yaprakları kıpır kıpır rüzgarda bir türkü fısıldamak...
Para, hayatın en katı gerçeği, yaşamımızı sürdürmek için kazanmamız gereken, kiminin bekçiliğini yaptığı, kiminin keyfini sürdüğü, kiminin uğruna didindiği, hayatın olmazsa olmazı...
Sağlık ve inancımız, hayatımızı yaşanılır kılan en temel gerçek...

Benimkiler bunlar, ya sizinkiler diyorum veee HAYATIN RENKLERİ, ELİM KOLUM'u sobeliyorum.Hadi bakalım bayram da dinlendiniz şimdi yazmaya...

Bu arada , ben bu satırları yazarken aceleciliğimden sol avcumun içini fırından yakmış bulunuyorum, merhem sürdüğüm elimi deli gibi sallarken sağ elimlede yazıyorum, özlemişim yaa, hem sallarım, hem yazarım.

Bayramımı kutlayan tüm dostlarıma teşekkür ederim, nice bayramlara...

18 Aralık 2007 Salı

İYİ BAYRAMLAR...

17 Aralık 2007 Pazartesi

Haftasonundan İzler

Aslında tam olarak ne yazacağımı bilmeden öylesine, sadece yazmak istediğimi fark ederek oturdum klavyenin başına; Haftasonu motorcu'ma kırıldım, ondan hiç beklemediğim, yakıştıramadığım davranışlarda bulundu, her söz verişinde beni ekti, hadi onada bir sözüm yok ama ağrıma giden, nerde ve kiminle olduğunu, olacağını, haber verme zahmetine bile girmedi, beklemek ölesiye nefret ettiğim bir duygu, bloke etmek zamanı, boşa harcamak.Hele ki beklediğin çok sevdiğin bir canınsa ve o senin duygularını hiçe sayıyorsa daha da bir acıyor canın, onun için hissettiğin korku ve endişelerde cabası...

Pazar günü, annemlerin günüydü, pazar gününe ayarlamışlar ki bende gidebileyim.Giderken Haliç'ten geçtik, Büyükşehir Belediyesi Haliç Sosyal Tesisleri'ni açmış, yeni bir mekan, hemen sahilde, gitmeye karar verdik hep birlikte, nasıl olsa terhis oluyorum ya, keşfedilecek yerler lazım...Mücella, ev hanımı, ev de ona göre, aşırı temiz, düzenli, simetrik, tüm renkler uyumlu ve süper mamalar, sevindirici olan, sabah programlarını seyretmiyor oluşları, kitap konuşuyoruz, en sevilen Ayşe Kulin, günlük olayları irdeliyoruz.Bir arkadaşım gelemedi, ona çok üzüldüm, oğlu obsesif, yani Yağmur Adam.Tedavi görüyordu, doktoru ilaç değiştirmiş fakat bu onu olumsuz etkilemiş, geceleri uyumuyor ve bu günlerde şiddete dönmüş ve bir gece evvel evdeki çoğu eşyayı kırmış, Nesime , sabah uğradığımda perişandı görünüşü dedi, acile kaldırmışlar. Zor bir hastalık hem çocuk, hem aile için.Başka bir hanımdan bahsettiler, boşanmış, çalışan bir kadın, oğlu üniversiteyi kazandığı halde gitmemiş, yaklaşık bir senedir evde, odasında, bilgisayarın başında gününü geçiriyor ve geleceğiyle ilgili hiç bir şey yapmayı düşünmeden anneye sırtını dayamış, ne okuyor, ne çalışıyor.Her iki örnekte korkunçtu, halime milyonlarca kere şükrettim, haydi hastalık Allah'tan ama tembellik, işte buna katlanmak daha zor geldi, sonuçta sağlıklı ve akıllı, nasıl asalak olmayı kendine yakıştırıyor.Beklemek, bekletilmek kadar tembelliktende nefret ettiğimi yeniden keşfediyorum.

Pazar gecesi, Haber7' de bir program seyrediyordum, adam bir cümle kurdu, bende düşündüm durdum.Uzak ve Yakın, bu sözcükler bana hep aradaki kilometreleri düşündürür, oysa bunu belirleyen sadece zaman...Uzaklık, oraya varmam için çok zaman gerektirdiği, yakın ise kısa zaman, belki an, yada Allah hep yanımızda diyorsak zamansızlık.Zaman çok garip bir kavram, olayların diziliş sırasına zaman diyoruz, bazen geniş, bazen dar zamanlarda yaşadığımızı hissediyoruz, bazen çok hızlı akıyor gibi geliyor, bazen geçmek bilmiyor, insan düşünmeden edemiyor...

İYİ DÜŞÜNÜN
Bu yılınızı iyi geçirdiniz mi? Sağlıklı olduğunuz için hiç sevindiniz mi? Bu yıl hiç günışığı ile uyandınız mı? Kaç kez güneşin doğuşunu izlediniz?
Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldınız? Kaç sabah yolda bir kediyi okşadınız? Bu yıl yeni doğmuş bir bebek parmağınızı sıkıca tuttu mu hiç? Ve siz onu hiç kokladınız mı?
Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdınız mı? Kendinize bu yıl kaç oyuncak aldınız?Kaç kez gözlerinizden yaş gelinceye kadar güldünüz?
Yaşlı bir ağaca sarıldınız mı bu yıl? Çimlere uzandığınız oldu mu? Çocukluğunuzdan kalan bir şarkıyı söylediniz mi hiç? Hiç taş kaydırdınız mı bu yıl?
Kaç kez kuşlara yem attınız? Bir çiçeği dalındayken kokladınız mı? Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördünüz? Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı?
Kaç kez mektup aldınız bu yıl? Eski bir dostunuzu aradınız mı hiç? Kimseyle barıştınız mı bu yıl?
Aslında mutlu olduğunuzu kaç kez farkettiniz bu yıl? İyi bir yılın, bunlar gibi "birçok küçük şeye" bağlı olduğunu hiç düşündünüz mü?
YAYILIN ÇİMENLERİN ÜZERİNE, ACELE EDİN... ER YA DA GEÇ ÇİMENLER YAYILACAK ÜZERİNİZE... http://www.6dtr.com/1.php?dosya=ZAMAN

15 Aralık 2007 Cumartesi

BEETHOVEN-MOONLİGHT SONATA

13 Aralık 2007 Perşembe

Kirpiklerini Katlettiğim Kardeşim ve Velihat

İngiltere'de yaşayan, çakır gözlü, gür kirpikli ( sayemde ) kardeşim ve bir kaç gün önce 1 yaşına giren , üç çiçeğin tek böceği yeğenim.Dün bir sürü fotoğraf göndermiş ve en güzeli bizim aile başlıklı özel bastırılmış masa takvimiydi.Her ay kimin doğumgünü, evlilik yıldönümüyse o ayda onun resmi var, albüm gibi hazırlanmış çok özel bir yeni yıl hediyesi, Şubat'ta ben varım, ilk kez gördüğüm habersiz çekilen bir resmim tam bir süpriz oldu!


10 Şubat, Sofi'nin doğum günü...

Bir Yudum Kanyak

Bu gün yazımı sakin, sakin yazıcam dedim, kahvemi aldım, immem'den Vivaldi'nin Four Seasons'ını açtım, hem dinliyorum, hem yazıyorum.İstanbul'da soğuk bir kış günü, gri, puslu...Ben yine yıllar öncesine dalıyorum, hani daha sık kar yağan yıllara...Soğuk bir kış günü, kar atıştırıyor, çocuklar küçük , bizde yeni yaşamımıza alışmaya çalışıyoruz.Evim sobalı, çocuklar okuldan, ben işten dönünce kıytırık bir katalitik sobamız var onu yakıp ısınmaya çalışıyoruz.Ateşin kırmızı rengi bizi mutlu ediyor, yanımıza çekiyoruz sobayı, üçümüz etrafında, mutluyuz...Ama o gün çok soğuktu, gece yataklarına girince donacak bu çocuklar dedim, bilmem yaşadınız mı ama buz gibi bir yatağa girmek, ısınmak için dönüp durmak, uykuya dalmak çok zordur, sabah kalıp gibi uyanırsınız.Birden aklıma geldi, akşam iş çıkışı bir şişe kanyak alıyım, yatmadan, küçük birer bardak içireyim, yanınada çukulata, içleri ısınır üşümezler.Akşam iş çıkışı Tekel'in kanyağını, birde çukulata alarak gittim eve...Çocuklar bunu yatmadan içicez, cuup yataklara hiç üşümiycez, ne desinler garibimler, anneye tam güven, ilaç varsaydılar kanyağı.Yatıcaz , çıkardım bardakları, kırdım çukulataları, doldurdum kanyakları, hoop içi verdik, çocuklar halinden memnun, yanakları oldu al al, ısındık dediler.Şişeyi kaldırdım, önümüzde daha soğuk günler var, sabah cumartesi, ben işe, onlar daha uyuyorlar, tatil.Akşam dönüyorum, bunlar beni şen şakrak karşılıyorlar, hayret, genelde büyüğüm, küçüğü hırpalardı ama o akşam bunlar can ciğer kuzu sarması,seviniyorum, mutfağa yöneliyorum, akşam yemeği hazırlıyım ve bir bakıyorum ki tezgahta boş kanyak şişesi, çözüyorum çocukların neşesini! Bu eve giren son kanyak şişesi...

12 Aralık 2007 Çarşamba

Baba Bana Robot Al !

Şu robotun imalatına başlamışlarmıdır acep! İhtiyacım varda bu ara, alsa beni kucağına, ninniler söylese, uyutsa, avutsa, unuttursa...Ramazan bayramında karşıya geçmiştik, kardeşime dedimki, başka zamanım yok, şu media markt'ten elektrik süpürgesi alıyım, benim ayşe artık yaşlandı, aldık, 10 taksit yaptılar, sağolsunlar, eve geldik, makine orda gördüğüm gibi değil, parçalarında eksiklik var, ertesi gün yine gittik, delirtici bir beklemeden, yüzlerce denemeden sonra iptal işlemi oldu.Kasım ayı dökümüm gelmedi, telefonla öğrenip bakiyeyi ödedim, Aralık dökümü geldi ne göriyim ben 2. taksiti ödüyorum babalar gibi, iptal edilmemiş, bingooo.Bankayı arıyorum, genelmüdürlüğe fax çekin diyorlar, slipleri yapıştırıp çekiyorum, dün aradılar, git media marketten hallet diye, bende oluuur dedim ve 8 ay daha ödersin Sofi'cim sen bunu dedim içimden, girenler girmişti, olmayan süpürgeyi ödeyeceğimi anlamış bulunuyorum ki yakında doğal hayata dönüp çalı süpürgesi kullanmayı düşünüyorum.O da yetmezmiş gibi fotoğraf makinemde bozulmasın mı, yaz başı Amerika'dan gelmişti, süper bir alet, oldumu sana mefta, tamiride yok, bitmediii, tost makinam, oda cızırtılar çıkararak elveda dedi.
Biliyorsunuz ay sonu işi bırakıyorum, tatilleri çıkınca şafak 15, terhis olucam, uzun vadeli satışlara girmeden, açık bir iki hesabı olan müşterileride sıkıştırarak efendi efendi işimi yapıyorum ama oda ne patron kişisi bir garipleşti, gideceğime inanmıyor! Taktığı bir müşterim vardı, adam ağır ama kötü niyetli değildi, ama dedim ya taktı ve ortalığı gerdi de gerdi.Ben hala sabırla vidaları gevşetmeden duruyorum.İşi bırakma kararını aldığımdan beri motorcum her akşam beni almaya geliyor iyice zıvanadan çıkmıyım diye, vııın gidiyoz eve, geçen hafta yine biz böyle uçarken, İstinye ışıklarda süper bir motor bizi sıkıştırıp, çek sağa, çek sağa diyor, benim oğlan çekiyor sağa, bizim yüzümüzde maske, üzerinde kask, bir gözlerimiz gözüküyor, onlarıda kocaman açmışız ,şaşkın şaşkın bakıyoz, hayda buda ne? adamda da kask var, kaskın camını kaldırıyor, bu motor benimdi, sen filancadan aldın ama hala ruhsat benim üstüme derhal alın üstünüze, bak iki can taşıyorsun motorda, başım derde girer diyor, telefonlarımızı alıyor hadi gidin diyor, hayda bu da neydi diyorum oğluma neden benim haberim yok, sevmem yamuk işleri , ara adamı pazartesi bitirelim bu işi, randevulaşıyoruz, noterin önünde park ediyoruz, adam diyorki temiz kağıdı yanınızdamı, oğlum tüm evrakları getirmiş ahada o yok, eve git al diyorum, bitirecem ya olayı, biz motorcu arkadaşla bir cafe'ye giriyoruz, birbirimizi tanıyoruz.Mert, yat kaptanı, o da bir motor delisi, 28 yaşında, yakışıklı bir deniz adamı, rahat rahat sohbet ediyoruz ki oğlum arıyor anne kağıdı bulamıyorum, kriz halindeyim, oraya bak, buraya bak diyorum, sonra aklına geliyorki motorun işlemlerini yapan galericide kalmış, hadi oğlum sen okula vınla, beni Mert işe bırakır deyip atlıyorum motora, kalemiti ceyn gibiyim, yarın aynı saatte diyorum, ertesi gün arıyorum, biz hazırız, bu sefer Mert denize çıkmış.Neyse diyorum sakin ol Sofi, oğlum diyorki anne vardır bir hayır ve ona gelen bir mail de bir yazı , bizim motora takas teklifi, hemde oğlumun en çok istediği TDM, bu uçuyor havalara, ben artık alık alık bakmaya başlıyorum, sabah yine patron delirtiyor beni haksız olduğu bir konuda haklılığını savunarak, mağazadan çıkıyorum, ayaklarım beni eczaneye sürüklüyor, eczacıya tek kelime söylüyorum, PASSİFLORA...

Aslında bitmedi, pazar toplantı vardı okulda ÖSYM ile ilgili, dedim girdin bir labirente hayırlı uğurlu olsun, yolumuzu, yönümüzü kafa göz yarmadan umarım buluruz, sistem acayip değişmiş ve karışık.Askerim arar, depresif bir vaziyette, pompala dur pozitif enerji...Yani anlayacağınız beni passiflorada kesmedi, yanında şu robotu da versinler, onun metal göğsüne dayayım başımı, sallasın avutsun beni, kiloluyumda düşürmesin yeterki beni...

8 Aralık 2007 Cumartesi

Kağıt Bebekler

Hatırladıkça, hatırlıyorum bana bir haller oldu!5 yada 6 yaşlarındayım, her cumartesi pazara giderdik babanemle, önce meydandaki pastanede piramit pasta yerdim, sonra pazara, dönüşte bana oyuncak birşeyler alırdı canım babanem, o hafta kitapçıda gördüğüm kağıt bebeklerden istedim, plastik bir poşet içinde bir kitap ve yeşil renkli kağıt makası vardı.Aldık eve geldik, ben gayet muntazam kesip giydiriyorum, kağıt bebeği.Aradan bir kaç gün geçti, annem o gün gezmeye gidecek, kalabalık bir akraba günü sanırım, kasar annemi böyle şeyler, sabah kalkmış harıl harıl ev işlerini yetiştirmeye çalışıyor, titiz kadındır, hergün çamaşır yıkardı, her çıkanı , hiç biriktirmez hemen leğenin başına çitilemeye, çamaşıra girerken beni, 3 yaşımdaki erkek kardeşimi oturma odamızda bırakmıştı, orda soba yanıyordu, bende baktım kitapta kesecek kıyafet kalmamış, kardeşime dedimki, gel seni cici yapıcam, kapat gözlerini, oda garibim kapadı gözlerini öylece duruyor, aldım elime kağıt makasını, ilk önce bir gözünün kirpiğini dipten bir güzel kestim, sonrada ötekini, aç bakayım gözlerini dedim sonra, anaaaa oda ne, kafa sanki iki gözden oluşmuş gibi flaş flaş bakıyo bana, patlak patlak, çipil çipil, korkunç bir görüntü, eyvah diyorum annem beni öldürecek, kardeşim durumun farkında değil, cici oldu ya, Allahtan ayna yok odada, ben de hemen biraz kirpiklerimin ucundan kesiyorumki dengelenelim, süklüm püklüm banyoya yöneliyorum anneme söyleyimde ne olacaksa biran evvel olsun, annem leğenden başını bir kaldırıyorki şok, daha kardeşimi görmemiş, naptın sen diyor, fırlıyor, anne diyorum, kardeşiminkileride kestim, annem morarıyor koşuyor oturma odasına, kardeşim saf saf bakıyor cici oldu ya, annem iki tokat patlattımı pek hatırlamıyorum ama o mavi gözlere bir şey olmadığı için şükrettiğini duyuyorum. İnsanları iyiki kirpiksiz yaratmamış Tanrım, okadar çirkin gözüküyoki! Annem mecburen giyiniyor, benide hazırlıyor, çünkü benim gözler idare eder durumda, kardeşimi bırakıyoruz mecburen, ele güne gösterilecek halde değil, kıpkırmızı bir suratla misafirliğe gidiyoruz, ben boynu bükük, süt dökmüş kedi gibiyim.Sonradan kardeşimin kirpikleri bir gür çıktıki, sanırım affedildim, canım benim eğer İngiltere'deki yeğenlerim okursa bu yazıyı halalarının çatlak olduğunu düşünecekler babalarına yaptıklarımı öğrenince, çocukluk işte!

7 Aralık 2007 Cuma

Anılarda Kalan

Dün Ekmekçikız, Cincibir gazozundan bahsediyordu yazısında, beni çocukluğuma götürdü yazı, sonra bende sormak istedim, yukardaki güğüm size birşeyler hatırlatıyormu diye?

69' da ilkokula başladım, o zamanlar okullar tamgün, mavi, yakalarında sutaşı işlenmiş jile, içine bebe yaka beyaz gömlek giyiyoruz, okulumun bahçesi kocaman, üstelik boğaza bakıyor.Öğlenler i1 saat yemek paydosu, anneler sefertaslarına koydukları yemekleri getiriyorlar çocuklarına, yemekhanede uzun bir saçtan yapılmış tezgah var orda ısıtıyorlar yemekleri, yemek saati koşuyoruz yemekhaneye, uzun masalar, çelik su bardakları, sürahiler, ısınmış yemeklerden gelen envai çeşit kokular, herkes annesiyle oturur, anneler diğer velilerle sohbete dalmışken çocuklarda neşeyle yemeklerini yerdi.

Güğüme gelelim, sabah ilk teneffüs beslenme saatiydi, herkes hevesle sırasını beklerdi, numara sırasına göre bir öğrenci hemen yemekhaneye gider bir güğüm kapar gelir, çocuklar o arada sıralarına peçetelerini serer, kupalarını hazırlar beklerlerdi Amerikan yardımı süt tozundan yapılmış sütlerini, güğümü getiren anaç bir tavırla 30 kişinin kupasını doldururdu, sütü hiç sevmeyen ben büyük keyifle içerdim.Çok nadir ayranda olabilirdi güğümün içinde, sonraları çok faydalı diye soya çorbası da çıkıverdi güğümden, bilmem hatırlayanınız varmı?Zambo sakızlarını,Golden çukulatalarını,Şebnem kağıttan bebekleri, bakkalların gaz sattığını...

Her yaz Almanya'dan uçakla halam gelirdi, anladığım kadarıyla çok güzel memleketti , getirdiklerine bakılırsa ama insanların yürürken ayakları batmıyormuydu bulutlara, ya evler nasıl duruyordu bulutların üstünde çocuk aklım bir tek bunu çözemiyordu, gülerler diye soramıyordu da...

5 Aralık 2007 Çarşamba

Sobe, Sobe

Renkler ne ettin, beni derde gark ettin, kırarmıyım seni ben, yazdım hemen!

BEN KÜÇÜKKEN! Çok mutluydum, kocaman bir ev, beni gözü gibi seven bir babane, 17 sinde anne ettiğim dünyalar güzeli bir kadın, harika bir baba, Almanya'dan kıyafetler gönderen bir hala...Kapının önüne kilimlerimizi serer evcilik oynardık, ben anne olurdum, baba da komşumuzun oğlu Mehmet, 18'inde kalpten öldü, ne severdim onu.Ende, tura 1,2,3 diye bir oyun vardı, ende, tura 1,2,3 güzellik, çirkinlik, garip garip pozlar verirdik.Bazen bebeklerimi alır, çocukları toplar başıma, doğaçlama konuşturarak tiyatro sahnelerdim.En keyif aldığım şeylerden biride bir elma kapıp mutfaktan doğru misafir odasındaki divana kurulup kitaplara dalmaktı.Bizim balkonla, yan komşunun balkonu bir kol mesafesindeydi, Benimle yaşıt olan Ela'yla ele ele tutuşurduk, ona hep üzülürdüm, annesi hiç birzaman sokağa salmazdı, bizi seyreder dururdu balkondan.Kötülükler, çirkinlikler yoktu sanki, herkes mutlu, evler bereketli, şendi, sevgi, güven, umut vardı o günlerde...


ASLINDA BEN! Mimarlık Tarih'inde, Mısır mimarisinden bahsediyordu hoca, insan boyutlarını hiçe sayan devasa yapılar, sonra bir söz söyledi, evet bu beni tanımlıyordu, eski Mısır da '' en büyük günah bir insana gözyaşı döktürmektir'' dedi. Yaşamım boyunca yaradılmışı kırmamaya, incitmemeye büyük özen gösterdim.Lise de sevgili Edebiyat öğretmenim Tülin Aybars benim için şöyle demişti ''içinde fırtınalar kopsada dışarıya renk vermiyorsun'' ki bu da doğrudur.Yaşlandıkça depresif bir kadın olsamda, güleryüzlü, dinlemesini bilen bir insanımdır. İlişkilerimde mesafeliyimdir, o da ya incitirlerse korkusundan kaynaklanan bir kalkandır.Söz, çok önemlidir yaşamımda, onunla dünyalar kurar, bir anda dünyaları alt üst edebilirsiniz. Aslında ben, felsefeyle , edebiyatla, sanatla uğraşacağım bir mesleğim olsun isterdim.Neysem oyumdur kısaca...

İLK KOPYAMI NE ZAMAN ÇEKTİM!Ben bir inektim, lise sonda hadi denemiş olayım diye Ahlak dersinde dizlerimin üstüne açtım kitabı, sonra gizli saklı, kaçamak hiç hoşlanmadım, attım kitabı çantaya, yazdım , verdim.

EN SAÇMA HUYUM! Tüm faturaları ve ödemeleri geldiği gün yatırırım, kredi kartım bir tanedir ve limiti çok düşüktür, borç, avans almam, bu takıntılarımın sebebi, ölürsem arkamdan uğraşmasınlar diyedir.Tek kapılı arabalara binmem, kozmetiklere inanmam, kullanmam, kağıt oyunlarını bilmem , merakta etmem.Birde, olur olmaz yerde birini gösterip, yanımdakine, ben ondan daha zayıfım değil mi? diye sorabilirim, çünkü basen takıntım vardır (itiraf ettim), doktora son anda giderim, mümkünse hiç gitmemeyi tercih ederim.

CEP TELEFONU! Bazen 2 ayda bir fatura gelir, varın siz düşünün ne sıklıkta kullandığımı, ama onsuz yapamam artık, yoksa nasıl kontrol edebilirim çocukçağızlarımı, nerdesiiiin?

AŞK BENCE! Bak bu güzel soru, korkunç bir duygu yoğunluğu, yüreğinde volkanların patlaması, insanın en deli dolu, en güzel hali, yarım elmanın diğer yarısını bulması, kilitin doğru anahtarla açılması ve sonra o şiddetin sevgiye, saygıya, paylaşıma, sadakate, dostluğa dönüşüp sürüp gitmesi, kopmamak üzere...

EN SEVDİĞİM BLOGLAR! Yerleri kalbimde, isimleri dilimde sır ( çok politik oldu ama napıyım)


Şimdi ben kimi sobeleyip derde düşüreyim, MOONSUN ve DANTELCİ, yazarmısınız?

4 Aralık 2007 Salı

Sıcacık Çorbalar Hazırdır!

Efendiiim, sizi bugün dağ evimdeki mutfağımda ağırlıyorum.Kışın dağda olmak pek keyifli, çamlar kardan gelinlikler giymiş, kış güneşi vurmuş yerlere, kristalize olmuş karlar toprağa dökülmüş pırlantalar gibi parlamakta, hadi hadi üşümeyin içeri girin, kuzinenin üstünde çay kaynamakta, doldurun birer bardak, bende iki odun atıvereyimde çıtır çıtır yansın.Çorbam hazır, yoğurt çorbası yaptım, içine bol tereyağı, nane kattım, ekmekleride kuzinenin üstüne koyduğum maşaya dizip bir güzel kızarttım, ıspanaklı börekte pişti, bol peynirli, acılı!
Hadi herkes bir tabak alsın, siz içinizi ısıtın bende hikayemize geçeyim.Hikayem 3 sene evvel evimin soyulmasıyla ilgili.Askerim ve ben çalışıyoruz, yani eve çift maaş giriyor, oğlum diyorki anne evde değişiklik yapalım, salonda ne var ne yok atalım, sadece bordo ve kırık beyaz kullanalım.Tamam oğlum yarı yarıya paylaşırsak olur diyorum.Zaten eşyalar uyduruk, evden çıkarken, her elime bir çocuk, birde giysilerimizi alıp çıkmıştım, bir koltuk gelinden, iki koltuk annemden, ortada bir sehpa idare ediyorduk.Akşamdan akşama bir saat gördüğümden beni pek ilgilendirmiyorlardı, zamanı değildi, demirbaşları halletmiştim nasıl olsa.Askerimin standartı yüksek, estetiğe düşkün, zevkli, onu mu kırcaz? Bir cumartesi dayadı kapıya eskiciyi herşeyi yükleyi verdik kamyona gitti.Pazar duvarlar boyandı, bordoyu eşyalarda, beyazı da halı da kullanmaya karar verdik.Halıyı seçtik, boydan boya kaplatıcaz salonu, yumuşak, kalın, yerlerde rahat uzanacakmış ya, orta yerde sehpa falan da istemiyor, onada tamam.23 Nisan cumartesi halıyı döşüyorlar, babam başlarında, biz işte.Adamlar galoşla döşüyorlar, hemde söyleniyorlarmış bunu nasıl temiz tutacaklar, deli işi diye.Akşam geliyorum, pek akça pakça bir salonum olmuş, olmuşta üzerinde balerin ve balet şeklinde yürümemiz gerekiyor, neyse çocuklar büyük, özen gösterirler deyip, gece 12'ye kadar temizlik yapıyorum bütün haftanın yorgunluğunun üzerine, ertesi günde aşçımın doğum günü.Sızar gibi yatıyorum yatağıma.Birazda yatağımdan bahsetmem gerek, iki yatak odası var benim evde, küçük olana tek kişilik bir yatak koymuşum, ben yatıyorum, büyük olanda ranza var bunlar kardeş kardeş yatıyorlar ama yatamıyorlar.Gece aşçı sağdan sola dönünce askerim deprem oluyor zannediyor hayda pata küte yada askerim gece internette aşçı sesten ve ışıktan uyuyamıyor, hayda yine kıyamet kopuyor.Baktım olacak gibi değil uyku düzeni kalmadı, benim tek kişilik yatak geçti büyük yatak odasına askerim oldu general, ben bizim döt kadar odaya soktum ranzayı, aşçı üstte ben altta yatmaktayım, zaten aslında genç göstermemin sebebide çocuk gibi ranzada yatmamdandır.Yattığımda tavan yerine üstüme geli geli veren suntaya bakar dururum, aşçım gökyüzü resimleriyle kaplamayı düşünüyor ki kendimi f tipi ceza evinde hissetmeyeyim diye :))
Ben ranzanın altına kıvrılıp saralanmışım yün yorganıma, aşçım üstte, askerim haftanın yorgunluğunu atmak için İstanbul gecelerine akmış, muhtemelen Cahide'de takılmaktadır kankileriyle.Ana oğul yeni aldığımız son model samsung cepleri takmışız şarja, dalmışız uykuya, gecenin bir vakti dırıling bir ses baş ucumda komidinin üstünden gelmekte, telefon şarjdan sökülüyor, yorgandan kafamı çıkarıp , gözlerimi açıyorum, başımın üstünde bir adam , üstündeki mont askerimin, onun ismini söylüyorum, tepki yok, sonra bakıyorum bu kavruk kuru biri benim oğlan değil, anaa bu hırsız, hırsızda şok ranzada 40'lık bir kadın beklemiyodu muhtemelen, zaten salona girdiğindede şok olup bize acımıştır hiç eşyaları yok diye, ben fırlıyorum, hop hop ne oluyor lan diye, peşinden koşturuyorum, o girdiği salon penceresinden atlayıp kaçıyor.Sağolsun annemler giriş katın pencerelerine ferforje yaptırınca banada merdiven oldu, aklımdanda geçiyordu.Pimapen tornavidayla kolayca açılıyordu.Ev perişan, askerimin oda talan edilmiş, mutfakta halının üstü kart dolu, telefonlar, benim tuvalet masamın üstünde ne varsa gitmiş, gerçeği sahtesi, ben şoklardayım, aşçı uyanıp gelmiş yanıma korkulu, anne diyor sesin travestiler gibi çıktı,gülermisin, ağlarmısın.Halbuki hep hırsız girerse uyur gibi yaparım ne varsa alsın gitsin, bize birşey yapmasın ama o anda garip tepkiler veriyor insan, neyse askerimi aradım, soyulduk, soyulduk diye bağrıyorum sen nerdesin, sanki çocuk benim bodyguardım, sakin ol sakin ol, türkcelli ara telefonları kapattır, polisi ara diyor, annemleri arıyorum, hırsız girdiiii diye delirmiş bir vaziyette, polisi arıyorum, gelcez diyorlar, annem ve babam üst kattan paldır küldür geliyorlar, saat 4 civarı, annemin elinde dayıyor ağzıma passiflorayı sakinleşeyim diye, ne gezer, hırsızla göz göze gelip bakışan benim şoku atlatamıyorum.İnanamıyorum, evinde güven içinde olduğunu sanıp uyuduğunda birileri elini kolunu sallayıp girebiliyor yol geçen hanı gibi, hazmedemiyorum, kendimi korunmasız hissediyorum.Halının üstünde hırsızın ayakkabılarının izleri, polisler geliyor, ifade veriyorum, parmak izi almak için salon camına yöneliyorlar ellerinde siyah bir toz pencereye sürüyorlar, halımmm diyorum, daha 24 saat olmadan başına gelmedik kalmadı:( Gidenlerin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum, annem teselli ediyor, valla Sofi ALLAH gidenin yerine daha fazlasını veriyor, bizzat yaşamış bir insan olarak ona inanmak istiyorum çünkü bir kaç sene evvel babamın iç çamaşırlarına kadar soyulmuşlardı.

Birer kase daha doldurayım mı? Kuzineden böreği alıp geliyorum, ondanda tadın, yol sorun değil, atların çektiği kızaklarla aşağıya manzarayı seyrede seyrede inersiniz, ördüğüm rengarenk bereler var hepinize birer tane hazırladım sıkıca geçirin başınıza kulaklarınız üşümesin, ben çok çektim kulak ağrısı kıyamam size, bu soğukta kalkıp dağ başına geldiniz benim inziva yuvama:)

Neyse giden gitti, ben 6 ay herkesi potansiyel hırsız olarak görerek ürkek, depresif, panik bir kadın oldum çıktım, psikolojim zor düzeldi.Halıda ki lekeler deliler gibi uğraşmama rağmen çıkmadı.Pencerelere kilit, alarm taktık, salon penceresinin mermerinin üstü sardunya saksılarıyla dolu, çiçek severliğimden değil, hırsıza tutunacak yer kalmaması bakımından, onlar benim koruyucularım.Sonra sağımdaki ve solumdaki apartmanlar özel bir üniversitenin kız yurdu oluverdiler 24 saat güvenlik kapıda, kameralar o biçim, giden gittikten sonra, neyse en azından rahat uyuyabiliyorum artık ama cumartesi geceleri hep uyanırım, sanki yeniden gelecekmiş gibi, yatmadan önce kilitleri, alarmları kontrol ediyoruz.Değerli bir şey yok artık, almamaya özen gösteriyorum, zaman iyileştiriyor ama unutturmuyor o korkuyu, yinede şükrediyorum, ya çocuğuma, bana bir şey yapmış olsaydı, malın hiç bir önemi kalmıyor o zaman, ama tepemde dikilmiş şaşkın şaşkın birbirimize bakmamız beynime kazınıp kalmış.
Hava kararıyor, gidiyormusunuz? Yonca bak! ben bir şey demedim bu sefer! siz kalkıştınız, ev büyük, camlara kepenk yaptırmışım, kapı sağlam, bahçede canavar gibi iki köpeğim var, gelmez artık hırsız mırsız, kalın yatıya, mısır patlatırız, sahlep yaparım, müzik dinler güzel sohbetler yapardık.Sizinde hırsızınız oldu mu? Ranzada yatmayı denediniz mi?Halı kirlenmesin diye parmak uçlarınızda yürüdünüz mü hiç, bir anda karar verip minübüs kadar bir bordo koltuk alıp üzerinde bağdaş kurup oturdunuz mu?İkea'dan aldığımız iki beyaz koltuğa anneniz bunlar şezlonga benziyor dedimi hiç!